EĞİTİM: Taslak müfredatın çerçevesi yanlış iddiaları

MEB’in taslak öğretim programıyla ilgili ‘Yarın için Bugünden’ adlı bir çalışma yapan Bilim Akademisi müfredatın çerçevesinin yetersiz, hatalı ve yanlış olduğunu savundu. Ayrıca “Müfredat ve eğitimimizin kalitesini artırmak için çalışarak, kanıt göstererek, sahici bir tartışma yapılmalı. Bir ay içinde gelecek görüşlerle acele bir adım daha atılmamalı” uyarısında bulunuldu.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 13 Ocak’ta askıya çıkardığı ilkokul, ortaokul ve liselilere yönelik taslak öğretim programıyla ilgili görüş ve öneriler almaya devam ediyor. Bu arada taslak program üzerine ayrıntılı rapor hazırlığını sürdüren ve Türkiye’nin önde gelen bilim insanlarının yer aldığı Bilim Akademisi de bir ön çalışma yaptı. ‘Yarın için Bugünden’ başlıklı çalışmada taslak programla ilgili, “Birçok bakımdan yetersiz, hatalı ve yanlış bir çerçeveye oturuyor” yorumu yapıldı. Derslerde akli değerlere yer verilmediği belirtilerek, taslak müfredatla ilgili özetle şu değerlendirmelerde bulunuldu:

AKLİ DEĞERLER DIŞLANMIŞ DURUMDA

“Tüm derslerde konuyla doğrudan ilgisi olsun olmasın dostluk, sevgi gibi ‘değerler’ temel alınıyor. Bilimsel ve eleştirel okuryazarlık, bilimsel sorgulama, eleştirel ve yaratıcı düşünme gibi ‘beceriler’ kazandırılması da amaçlanıyor. Buna karşılık sadece fende değil dünya bilgisi ile ilgili bütün alanlarda bir eğitim programının aslen öne çıkarması gereken merak, akıl, kanıt arama, sorgulama gibi akılla ve pratik hayatla ilgili değerlerden söz ediliyor. Akli değerler, temel değerler arasında sayılmadığı gibi müfredat taslağının bütününde hâkim olan yaklaşımda da dışlanmış durumda. Ahlaki, dini ve milli değerlerin ayrı bir yeri var, fakat bunlar dünyayı anlamaya yarayan evrensel akli değerlerle karıştırılmamalı. Dünyayı anlamak için merak etmek, tecrübelerden öğrenmek ve mantık kullanmak gerekiyor. Farklı algılar ve ifadeler arasında bir seçim yapabilmek üzere görüşlere, metinlere, söyleyenlerin kimliğine veya unvanına bakılarak değil kanıtlar incelenerek doğruluk veya yanlışlığa karar verilir.

ACELE BİR ADIM DAHA ATILMAMALI

Sonuçta müfredattan başlayarak yazılan ders kitaplarına ve eğitim sistemine yansıyan neredeyse gerçek dünyadan kopuk sanal bir kültür söz konusu. Sözde herkesin eleştirdiği ezbercilik eğitim tasarımıyla besleniyor. Elbette bu durum son taslak müfredatla ortaya çıkmadı; yıllar içinde artan bir bozulmanın sonucu. Öğretmen okullarındaki ve eğitim fakültelerindeki eğitim de genel eğitimle birlikte bu müfredatlar çerçevesinde şekillendi. Aklını kullanan, kendini yetiştiren çok sayıda öğretmenin çok değerli çabalarına karşın, eğitim politikasını belirleyen MEB ekiplerinin sergiledikleri bu çerçeve baskın hale geldi. Sistemin en temel kazanımı olması gereken muhakeme yetkinliği, yetiştirilen öğrencilerde gözlenmiyor. PISA sonuçlarının, özellikle Türkçe okuduğunu anlama becerisinde, ortaya çıkardığı zayıflık bunu gösteriyor. Müfredat ve eğitimimizin kalitesini artırmak için çalışarak, kanıt göstererek, sahici bir tartışma yapılmalı, bir ay içinde gelecek görüşlerle acele bir adım daha atılmamalı.”

Tarihi gerçeklere bağlı kalınmalı

Müfredatta Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e verilen yer de tartışma konusu oldu. Bütün müfredatta olduğu gibi Cumhuriyet tarihi ve Kurtuluş Savaşı’nın anlatımında da kanıtlara ve tarihi gerçeklere bağlı kalmak gerekiyor. Bu tarihin abartısız ve kanıtlar çerçevesinde anlatımı elbette Atatürk’ün olağanüstü önderliğini ve diğer kurucu kişilerin önemli katkılarını ortaya koyar. Eğitimin temel taşı olması gereken akıl ve bilim aynı zamanda Atatürk’ün de manevi mirası.

Evrim en başta verilmeli

Müfredat açısından bakıldığında evrim biyolojideki herhangi bir konu değil. Biyoloji derslerinde anlatılan her bir konuyu bilimsel olarak kanıtlamak için evrim kuramını bir şekilde kullanmak gerekiyor. Bunu müfredattan çıkarmak, fizik eğitimini Newton yasalarını anlatmadan aktarmaya ya da bir binayı kolonları olmadan inşa etmeye benzer. Müfredattan çıkarmak bir yana biyoloji derslerinde anlatılan temel konuların ezberci olmayan, bütünleşik bir mantık çerçevesinden kavranabilmesi için, bir önceki müfredatta olduğu gibi 12’nci sınıfta, okunamayacağı muhtemel son konu olarak değil, ilk başlarda ele alınması şart.

MUHAKEME ARKA PLANDA

Bilim Akademisi’nin çalışmasında öne çıkan diğer eleştiri ve öneriler şöyle:

‘ Konular liste olarak sıralanıyor, hangilerinin temel, hangilerinin ikincil öneme sahip olduğu açıklanmıyor.
– Filanca bilim insanının, âlimin ‘görüşü’ öne çıkarılıyor. Esas olan bir fikrin kimin görüşü olduğu değil, dünya ile ilgili ne söylendiği ve bu sonuca nasıl ulaşıldığı.
– Kişilere ve metinlere atıf, dünyanın kendisiyle ilgili kanıtların önüne çıkabiliyor. Doğa bilimleri kadar toplum bilimleri ve tarih için de akli yaklaşım, gözlem ve deneyime dayanan kanıt aramak esastır. Oysa bu müfredatın hâkim söylemi nakletme
yaklaşımı olarak görünüyor.

SOYUT CÜMLEYLE KONUDAN UZAKLAŞILIYOR

– Matematik ve felsefe gibi soyut alanlarda da temel tanımlar konurken birbirleriyle tutarlılık gözetilmeli, çıkarımlara olanak ve temel sağlanmalı, çoğu zaman da dünya bilgisi için bir ifade ve çıkarım dili imkânı tanınmalı. Burada da muhakemenin esas olması gerekiyor. Bu müfredattaki yığma yapı ve söylem muhakemeyi arka plana atıyor.
– Doğa yasaları ve dünyayla ilgili birçok bilgi çocuklara ve gençlere basit, somut ama doğru olarak anlatılabilir. Müfredatta öne çıkan üslup ve dil, iki üç katmanlı soyut cümlelerden oluşuyor. Böylece konuşulan konudan uzaklaşılıyor, anlatılanın keyfi tanımlara tabi ve hatta anlaşılamaz olduğu izlenimi doğuyor.

AKIL VE YARATICILIK TEŞVİK EDİLMELİ

– Bilim konuları öğretilirken tarihe ölçeksiz bir ağırlık veriliyor. Tarihi boyutun öğrenilen bilginin nasıl kanıtlandığı çerçevesinde kalması gerekiyor. Rönesans’tan önce deney ve gözlemlerin yapılması sistematik değildi. İslam uygarlığında 14’üncü yüzyıl öncesinde, akıllıca gözlemlerle ya da alet tasarımı ve uygulamalarıyla önemli buluşlar yapan büyük alimler çıktı. Ancak İbn-i Sina’nın eylemsizlik konusundaki görüşlerini Newton ile birlikte anlatmak yanıltıcı olur.
– Tarihi bağlamda sistematik deney ve gözlemle elde edilen bilgiyle eski çağlardaki dahiyane sezgi ve buluşlar arasındaki bu karıştırma, kültürlerarası bağlamda da yapılıyor. Türk- İslam uygarlığının büyük alimleri ele alınırken yaşadıkları zaman itibariyle söylediklerini bilimsel olarak deney ve gözlemlerle kanıtlamadıkları göz ardı ediliyor. Akıl Batı’ya özgü değil, bütün toplumların çocuklarına aynı şekilde bahşedilmiş durumda. Batı karşısındaki kültürel kompleks ile 600 yıl öncesinde kalan bir geleneği modern bilimle bir tutarak sunmak yerine bütün insanlığın ortak değeri olan akıl, muhakeme ve yaratıcılığı teşvik etmek gerekiyor.

Kaynak: HÜRRİYET