Guernica

Kimilerine göre arınmanın, aşkın, coşkunun, güzelliğin mevsimidir ilkbahar ayları. Yenilenen doğa sevinç taşır insanlığa, umut tazeler. Kimileri içinse ölüm, kıyım ve insanlık ayıplarının adıdır ilkyaz. Eğer Ortadoğu, Afrika kıtası coğrafyasında geçmiyorsa yaşantınız, emperyalist güçlerin Arap halklarına yaşattığı onulmaz acıları, ölümleri, yerlerinden yurtlarından sürülen insanları anlayabilmeniz mümkün değildir. Ayrıca başkalarının acılarını görmezden gelme alışkanlığını edinmişseniz, 20. yüzyılda gezegenimizin insan eliyle nasıl yangın yerine çevrildiğini anımsamazsınız bile. Emperyalizmin beyin yıkama aracı iletişim araçları sizleri oyunlarına çekeli çok olmuştur. Artık belleğinizde ne Nazi kamplarındaki insanlık suçları, ne Guernica, ne Hiroşima ve Nagazaki’deki toplu kıyımlar, yok edilen kültürler sizi ilgilendirir. Anımsama yetiniz yoktur artık. İnsani duygularınız törpülenmiş yeni dünya düzeninin kopmaz bir parçası olmuşsunuzdur. Oysa bizim sözümüz de yazılarımız da insanların temel hak ve özgürlükleri, barış, kardeşlik, eşitlik, emek üzerine kuruludur. Siz vahşi kapitalizmin köleleri, unutmak isteseniz de geçmişte yaşanan faşizmin, Nazizmin zulümlerini, insanlık ayıplarını sizlere anlatmaktan yılmayacağız. İşte bu da öyle bir yazı.
İspanya halklarının iç savaş günlerine, 1937 yılına gideceğiz. Anlatacağım öykü gerçek bir insanlık trajedisidir. Adı Guernica. Trajediyi sahneleyen aktörler ise Faşist rejimin başkanı General Franko ile Nazi Almanyası’nın hava kuvvetleridir. Şimdi anlatmaya başlayabiliriz: İspanya’nın Bask bölgesinde antik küçük bir kenttir Guernica.10 bin Basklının yaşadığı kentin Castilla Krallığına dek uzanan köklü bir tarihi, efsanelere dayalı kutsal bir kimliği vardır. Takvimler 1937 ilkyazını gösterirken İspanya iç savaşı da tüm hızıyla sürüyordu. General Franco’nun faşist güçleri iktidardaki Cumhuriyetçileri devirmek için tüm gücüyle saldırmaktaydı. Franco, Hitler Almanyası’nın Nazi kuvvetleri tarafından açıkça desteklenirken, batılı ülkeler sessizliklerini koruyor, yansız kalmaya özen gösteriyor, Hitler’le iyi geçinmenin yollarını arıyorlardı. İlkyazın güzelliklerini doyasıya yaşamaya alışkın Guernica halkı 26 Nisan 1937 sabahına her zamanki gibi erken saatlerde neşe içinde uyanmıştı. Çok sürmedi yaşam sevinçleri. Uçak filoları kapladı gökyüzünü. Franco’yu destekleyen Nazi uçakları, yeni ürettikleri bombaların etkisini ölçmek için bu küçük antik kenti deney alanı seçmişlerdi. Daha sonra 2. Dünya savaşında atom bombasının gücünü Hiroşima ve Nagazaki’de deneyen ABD gibi. Faşizme onurla direnen Guernica, halkı ve kentiyle göz açıp kapayıncaya kadar bir yıkıntıya dönüştü. Binlerce kişi öldü, yaralandı, sakat kaldı. Batılı bir kısım medya bu faşizm zulmünü görmezden gelmeyi yeğlerken Fransa’da yayınlanan “Humanite” gazetesi vahşeti yalın ve çarpıcı bir başlıkla duyurdu dünyaya:
“Bu sabah artık Guernica yok.”
Yıllar sonra Nürnberg mahkemesinde Nazi suçlarından yargılanan Mareşal Göring, Guernica için şunları söylüyordu:
“Kenti deney alanı olarak kullandık. Bu içler acısı bir olaydı. Ama başka türlüsü de olamazdı. O dönemde böylesi deneyler başka türlü gerçekleştirilemezdi.”
Guernica unutulmadı. Barışa, halkların kardeşliğine inanan pek çok ulustan aydın, sanatçı, yazar, şair Guernica için kaleme sarıldı, Guernica’yı ölümsüz kılansa İspanyolların dahi ressamı, barış eylemcisi Picasso oldu. Guernica katliamını duyduğunda Fransa’da sürgündeydi.
1 Mayıs 1937’de hemen çalışmaya koyuldu. Çok sayıda eskiz çizdi. Yoğun çalışma sonunda bir yıldan az bir zamanda tabloyu bitirdi. Modern savaşın acımasızlığına dikkat çeken, sergilendiği her ülkede yoğun ilgiyle izlenen Guernica tablosu anavatanı İspanya’ya ancak Franco’nun ölümünden sonra dönebildi. Piccasso’nun “Guernica” tablosu günümüzde Madrid Reina Sophia Müzesi’nde sergileniyor.
Anımsayacaksınız, Irak savaşının hemen başlarında Colin Powell Birleşmiş Milletlerde basın toplantısına çıkarken hemen arka panoda bulunan bir Guernica tablosunun üstünü örttü görevliler. Örttüler çünkü emperyalistlerin güçleri ne olursa olsun vahşetlerinin izinin gelecek kuşaklara kalmasından korkuyorlar. Yarına belge olabilecek her nesneden ürküyorlar. Resimden, fotoğraftan, belgesel filmden, yazıdan, şiirden, karikatürden, heykelden korkuyorlar. Kalemini satın alamadıkları gazeteciden de… Geleceğe cinayetlerinin izi kalmasın istiyorlar. Ama yağma yok. Gelecek kuşakların lanetinden kaçamayacaklar. Anlatımızı bir şiirle bağlayalım. Ünlü İspanyol Şair Yazar Rafael Alberti de, Franko’nun hışmına uğrayanlardan. 30 yıl sürgünde yaşayan büyük şair ancak Franco’nun ölümünden sonra Cadiz kentine dönebildi. Dönüşü antik Cadiz kentinde bayram havası yaşattı. Coşkulu kalabalık şairini bağrına bastı. İşte Rafael Alberti’nin İlk Yaz Türküsü şiiri. A.Kadir ve Afşar Timuçin’in çevirilerinden okuyalım.

“Sevinç durmasın yeşersin,
sevinç ilkyazın güneşiyle,

Ne çıkar ilkyaz gelse de
kederli olmaya neden var bir sürü.

Bir yerleri kanar dünyanın.
İşte ilkyaz geldi.

Ne çıkar ilkyaz gelse de,
ölüm dolanır durur başıboş.

Aydınlık sevinç nerede, bul onu.
Soğuk rüzgarlarla kararan yerde mi?

İlkyaz nasıl kök salar?
İlla ki ölüm mü gerekli? ”