Hangisi geçerli Müslümanlık?

Paris katliamının hemen ertesinde yazdığım yazıyı okuyanlar hatırlayacaktır, “Bu olay mutlaka ve mutlaka Türkiye’yi de içine alacak bir dizi gelişmeye neden olacak. Ve bu gelişmeler bizim hiç hoşumuza gitmeyecek” diye yazmıştım.
Bu elbette bir kehanet değildi.
Son 4-5 yıldır çok yakın çevremizde yaşadığımız olayları biraz dikkatli gözle izleyen herkes bu tahmini yapabilirdi.
Nitekim daha cenazeler bile kalkmadan, öldürülen teröristlerden birinin eşinin Türkiye üzerinden geçip Suriye’ye gittiği ortaya çıktı.
Bu daha başlangıç.
Teröristin eşinin Türkiye’den geçmesi tesadüf olarak nitelenebilir.
Ama Suriye’deki iç savaşta sözde muhalefeti desteklemek adı altında Afganistan’dan, Pakistan’dan, Libya’dan, bazı Arap ülkelerinden onbinlerce teröristi bölgeye taşıyan, bunlara lojistik hizmet veren, barındıran, tedavi ettiren, silah ve mühimmat yardımı yaptığı gibi askeri eğitimden de geçirenin Türkiye olduğunu dünya alem biliyor.
Yıllardır gerek yabancı istihbarat örgütleri gerek batı medyası bu terör faaliyetlerini sürekli olarak kayda alıyor.
El Kaide, El Nusra ve IŞİD türü terör örgütlerinin Türkiye ile yakın ilişkilerini, hangi ülkede olursa olsun ve hangi ülke vatandaşı olursa olsun pek çoğunun Türkiye’den geçtiği de bir sır değil.
Bu nedenle zaten radikal İslam terörü nedeniyle dehşet içinde kalan batı ülkelerinin kamuoylarının baskısı ile hükümetler bir suçlu arama telaşına gireceklerdir.
Bu konuda olağan suçlunun Türkiye olacağı da açıkça görülüyor.
Bunları ilerleyen günlerde zaten yaşayacağız.
Bugün sizlerle henüz pek çok kişinin (galiba) pek farkında olmadığı bir noktayı paylaşmak istiyorum.
Paris’teki katliamın faillerinin Müslüman olması Türkiye’de de ister istemez infiale neden oldu.
Bizdeki öfke, terör eyleminin niteliğinden çok bunu yapanların Müslüman olmasına ve bunun Müslüman dünya için çok zararlı olacağına yönelik kaygıdan kaynaklanıyor.
Türkiye’den yükselen tepkilere baktığımızda “Bu olay en çok İslam’a zarar verdi” söyleminin en üst noktada olduğunu görüyoruz.
AKP’lisi de muhalefeti de bu konuda birleşiyor.
Ve herkesin öfke ile söylediği şu söz de kulaklarda çok çınlıyor; “Bu Müslümanlık değil, bu terör eylemlerini yapanlar Müslüman olamazlar.”
O halde soralım; “Hangi Müslümanlık geçerli?”
Şunun için soruyorum; AKP’lisi de, CHP’sinden MHP’lisine, sağından soluna bütün muhalefetten koro halinde bu söylem yükseliyor yükselmesine de “Bu Müslümanlık değil” diyenler hangi müslümanlığın geçerli olduğunu söylüyor, bu anlaşılmıyor.
Örneğin Tayyip Erdoğan’ın Müslümanlığı mı geçerlidir, Kemal Kılıçdaroğlu’nun mu?
Hangisini baz alacağız?
Cüppeli Ahmet Hoca da Müslüman, Mehmet Bekaroğlu da.
Hayatında hiç namaz kılmamış, oruç tutmamış biri de “Böyle Müslümanlık olmaz, bizim dinimiz böyle değil” diyor, camiden çıkmayan da.
Peki bu ne kadar doğru?
Örneğin El Kaide militanları Müslüman değil mi?
Beş vakit namazlarını kılıyorlar, her gün Kuran okuyorlar, oruç tutuyorlar, Kuran’da yazan her şeyi uygulamaya çalışıyorlar.
IŞİD canlı yayınlarda kafa kesmese, diri diri insanları yakmasa bu militanların Müslümanlığını tartışacak mıyız?
IŞİD kafa kesmeden Irak’ta etkin olsa Müslümanlıklarından kuşku duyacak mıyız?
Bu nedenle yerli yersiz dindar, dindar olmayan dini bilen, bilmeyen pek çok kişinin “Bizim dinimiz bu değil” sözleri bana hem inandırıcı gelmiyor hem de bir anlam taşımıyor.
Aslına bakarsanız bu söylemi muhalif olan ve laikliği de şiddetle benimsemiş kesimlerde daha fazla görüyoruz.
Bu kesim daha önceleri de siyasal İslamcı kesimle tartışırken kullanmıştı bu söylemi.
Televizyon tartışmalarında siyasal İslamcılara “Bizim dinimiz en iyi din” diyen pek çok konuşmacı Kuran ayetlerinden örnekler de vererek üstünlük sağlayacaklarını sandılar hep.
Oysa bu tür laiklerin “Bizim dinimiz böyle değil” dediği şey aslında bal gibi de öyleydi.
Sonuç ortada. “Bizim dinimiz böyle değil” diyenler seçimlerden hep hüsranla çıktılar. Çünkü “Böyle değil” dedikleri aslında halk tarafından tam tersine benimsenmişti. Siyasal İslamcılar “Dinimiz öyle de olsa böyle de olsa” toplum katında daha inandırıcı olmayı başardılar.
Ancak Türkiye’yi ve özellikle muhalefeti laik kesimi önümüzdeki günlerde çok daha büyük bir tehdit ve tehlike bekliyor.
AKP iktidarı radikal İslamcı terör nedeniyle dünya önünde zora düşmesini, iç politikada (her zaman olduğu gibi) kullanacak ve toplumdaki radikal eğilimleri daha da körükleyecektir.
Bunun ayrıntılarını da önümüzdeki yazıda anlatmaya çalışacağım.