Soma’da bir işçi (2)

(GEÇEN SAYIDAN DEVAM):Eşleri çocukları onu dönüş süreyini (zamanını) bilir, zil çaldığında sevinçle koşarak kapıyı açarlar küçük çocukları, coşkuyla babalarının ayaklarına dolanırken, eğilip onları kocaman elleriyle kaldırır, yanaklarından bir bir öperken, yemek kokuları içinde eşi mutfaktan mutlulukla seslenirdi, “Huuuu…Hoş geldin bey, Hoş geldin” “Hoş bulduk hanım. Güzel kokulaa geliyooo, yine ne pişirdin?” “Guru fasulya ile pilav, sen sevesin diye. Bugün negıda (ne kadar) fazla gazdın bakem?” “Bi yüz kilo kadaa fazla” “Aman iyi iyi. Ah şu borçlamız bi bitse, Allah’tan başka bi şey istemeyom valla” “Bitee bigün balay (inşallah)” Çala kaşık yemeği ona övünçle, sevgiyle bakan evgiliyle yer. Minderin üzerine doğru çekilip kaykılarak uzanır. Bir eliyle televizyonun kanallarını değiştirir. Sonra çocuğunun yaptığı resimi bakar. O akşam da öyleydi; “Aferim benim güzel kızım. Ne güzel çizmişsin. Bu başında ışık olan adam kim?” “Babam…Sensin o” “Başımdaki ışıldak evin içini aydınlatıyo..Bu ne?” “Aman bilmeyecek ne var! Sen ocakta bizim evimizi geçindirmek için çalışıyorsun da ondan baba!” Başını, okşar yumuşak yanakları yanaklarına değdirdiğinde onun sıcaklığı tüm gönlünün derinliklerine dek iner. İçi sevgiyle yanar tutuşur. İşte yaşam bu. Karısı ona sade kahvesini getirir yanında bir tane de kuru incir. Akşam işbaşıları vardır. Yatmaya giderler. Karısının, ap ak gecelikler içinde sım sıcak, içini bir başka titreten eğinini (vucudunu) okşar okşar. Sarılırlar sımsıkı. Birbirlerinin biricik eğlencesi, birbirlerinin eğinidir. Yoktur başka eğlenceleri. Onlar ne sinema, ne tiyatro, ne konser bilirler. Onlar için tören, bayramlar, el öpmeler, gidebilirlerse deve güreşleridir. “Kız garnın eyce büyüdü. Tekmeliyo mu?” “Tekmilemez mi? İlki gız oldu ama heralde bu erkek gibi geliyo bene” “Erkek olsunda babasının işini sürdürsün” “Gücenme ama, o işçi değil maden meyandızı olsun. Şef olsun. İdare etsin. Ona saygı göstesinlee, çok paralaa gazansın..” “Baylan (inşallah) öyle olu gız. Hele bi sağlıkla doğsunda gerisi goley!” Yorgan altında oynaştıktan sonra uyuyup kaldılar. Bir ara kalktı su dökünüp boydan yıkandı. Bu bir gelenekti. Gün ışımadan kalktı. Eşi ertirliği düzenlemişti. Çok sevdiği çingene salatası, gerdeme, kuru biber közlemesi, yanında da börülceli tarhana çorbası ile kırma yeşil zeytin, hem de turunç ekşili. Doya doya yediler. O gün 16:00 döneyinde çalışacaktı. İşe gidene dek süresi vardı. Çarşıya alış veriş için indi. Eşinin istediği, erişteyi, pirinci, kese yoğurdunu, çökeleği, tereyağını aldı. O gün patlıcan, biber, domates dolması yapacaktı. Yanında da zeytinyağlı yaprak sarması. Sarmayı nasıl da sarardı sımsıkı, üstüne misler gibi Akhisar soğuk sıkma zeytinyağı, bir de turunç ekşisi. Yeme de yanında yat. Ohh… Tadına doyum olmaz. Kahveye uğradı. Tavla oynayan arkadaşlarını bir süre izledi. Pofur pofur sigara dumanına dayanamadığından adaçayını yudumayıp evine döndü. Eşinin pişirdiği patlıcan kıstırmasını, cacıkla yediler. Yemek sonrası divanda elinde gazete alıp şöylece bir uzanmıştı ki kendinden geçmiş. Kalktı, gıcırdayan tahta masayı onardı. Avluda arıklarını açtıkları, biber, domates, patlıcan diktikleri küçük bahçeye indi. “Aaa..Patlıcan mosmor çiçek açmış, biber de. Domatesler yeşil yeşil küçük meyvelerini de vermeğe başlamış. Şöyle bir aya dek onlar kırmızımsı mor olacak, yerli domates. Tadından yenmez. Hele yeşil biberler!” Pek de severdi sabahleyin kahvaltıda kütür kütür körpe İzmir biberlerini yemeyi. Önce bir çapa vurdu, artık otlarını kökünden kökleyip, söktü attı. Sonra arık içine tulumbadan çektiği suyla gölep gibi doldurarak suladı. Yarın döndüğünde hiç biri pörsük değil dipdiri olacaktı. Saat 14:30’a yaklaşıyordu. Artık işe çıkmalıydı. Eşinin hazırladığı azık çıkınını aldı; içinde biraz İzmir tulumu, birkaç domates, birkaç biber, çökelek, biraz da kabuklu yer fıstığı. Plastik şişeye doldurduğu suyu da aldı. “Kız doğum bi olsun. Seni İzmir’e götürcem. Konak’tan gemiye binip, Karşıyaka’ya gidip, kıyıda çay, kahve içeriz. Sinemaya gideriz. Gözümüz gönlümüz açılır” “Ah ne güzel olur. Baylan sağlıklı bir doğum olsun da, gerisi kısmet” “Sen hiç merak etme” Eşine sarıldı. “Seni çok seviyom gız” “Ben de seni” Ellerini sıktı. Yanaklarından öptü. Eşine bir daha sarıldı, uğurlaştılar. “Baksana! Dolmanın pirinci biraz diri kalsın. Biliyosun öyle severim” “Tamam tamam” Onların yemeklerinin çoğu zeytinyağlıydı. Et pahalı, yanına yaklaşılmıyor. Kurbanda konu komşunun verdiği etlerden kavurma yaparlar, tat olsun diye eşi bazı yemeklere bir kaşık koyardı. Çok sevdiği börülceye, bamyeye para vermezlerdi. Çünki onlar bahçede yetişirdi. Zeytinyağını da kayın babası her yıl iki teneke yollardı. Kendi zeytinliklerinden sıkılan. Kapıyı açtı sokağa adımını attı. Kızı arkadaşlarıyla koşuşarak, gülerek ip atlıyordu. Babasının gidişini gördü. Koştu geldi, ayaklarına sarıldı. “Babacığımmmmm” “Güzel kızım benimmmm” “Bana gelirken şeker getir emi! Unutma” “Yarın şeker değil, çikulata olacak” “Yaşasın” Kızını elleriyle göğe kaldırıp iki yanağından öptü. O koştu ip oynamaya, karısı kapıda onu uğurlamak için bekliyordu. Döndü ona baktı, elini salladı. “Allahım sen eşimi bana bağışla” diye mırıldandı karısı. Yürüdü köşeyi döndü. Gözden yitti. Karısı onun yeni yıkanan gömleklerini ütülemek için ütüyü fişe soktu, sonra da sarma saracaktı. Kocası gece geç süreylerde (zaman), sabaha karşı dönecekti. Ertende (sabahleyin) gömlekler, darbulak (pantolon) ütülü hazır olmalıydı. Saat 14:45 gibi işletmeye geldi. Arkadaşlarıyla esenleşti, uğurlaştı, yakarılarını yaptı. Her gün olduğu gibi önceki döneyle iş değiş tokuşunu aşağıda, arında olacaktı. Gözerini verip, inerçıkara binip aşağıya indi. Aşağısı anacık babacık günü gibi kalabalıktı, ak tenliler ile karatenli yorgunlar birbirine karıştı. İçerde bir sıcaklık, bir bungunluk vardı. Az da olsa burnuna daha önc hiç solumadığı bir koku geldi. Oyundutunun duvarını elledi, sıcaktı. Kendi döneylerinde 787 kişi çalışıyordu, önceki döneyde de 787. Çıkmakta olan arkadaşı Yılmaz’la karşılaştı. Ayaküstü konuştular. “Bizim oğlanın süneti var, pazara bekliyoruz haaa” “Olur gelcez. Sen keşkeği kaynatıp, aşureyi yap biz ordayız” “İstediğin karar ye be! Yalnızca gel” “Olur” Bata çıka oyuntu içinde döneydeşleriyle yürüyordu. Birden arkasından “gümm” diye bir ses geldi. Dönüp arkasına baktı. Bir duman bulutu geliyordu. Korktu. Başlığını başına geçirdi hemen. Ancak, bir soludu çalışmıyordu. Çıkardı attı. İleriye doğru koşmaya başladılar. Onlar koşuyor duman onlardan tırıs (hızlı) onları yakalamayı çalışıyordu. Geldi duman onları içine aldı. Boğuluyor gibiydi. Derin bir soluk aldı. Oracıkta yığıldı kaldı. Kara çamurlar içinde boylu boyunca… 13 Mayıs 2014, 15:10 sürenin durduğu an. (SON)