Depremde etkilenecek 110 ilçe açıklandı! İşte Beşiktaş’ın durumu

Deprem uzmanları gerçekleşmesi beklenen büyük depremlerle ilgili çok kritik açıklamalarda bulundu. İstanbul dahil 45 ilde büyük depremler olması bekleniyor. İşte deprem olması beklenen fay hatlarının üzerinde olan 45 il ve 110 ilçe…

İstanbul dahil 45 ilde büyük depremler olması bekleniyor. Depremler ile ilgili açıklama yapılırken ilk akla gelen İstanbul ve büyük Marmara depremi oluyor. Yaşayan kişi sayısının diğer şehirlere oranlara fazla olması depremden etkilenecek kişilerin de bir hayli fazla olmasına neden olacak. Ancak sadece İstanbul değil Türkiye’nin 45 şehri deprem açısından risk altında. Bu kentlerde 110 ilçe büyük deprem oluşturabilecek fay hatlarına sahip. Deprem olması beklenen fay hatlarının üzerinde olan 45 il ve 110 ilçe tek tek açıklandı.

Edinilen bilgilere göre; İstanbul’da orta derece deprem riski taşıyan ilçeler; Beşiktaş, Ortaköy Dereboyu, İstinye çukuru, Tarabya çukuru, Üsküdar çukuru, Beylerbeyi çukuru, Küçüksu çukuru, Paşabahçe-Beykoz çukuru, Çayırbaşı çukuru, Karaköy, Tophane, Salıpazarı, Ortaköy (dolgu olan kesimleri), Eyüp, Alibeyköy, Sütlüce, Balat, Kasımpaşa ve Güngören’in sahil kesimi, Kadıköy (Kurbağalıdere), Moda (denize bakan kısmı), Küçükyalı, Kartal (Rahmanlar bölümü), Tuzla (dere kısmı), Dilovası, Eminönü (Cankurtaran), Şehzadebaşı, Fatih, Çarşamba, Edirnekapı’nın güneyinde kalan kısım), Topkapı, Bakırköy, Bahçelievler, Merter, Şirinevler (bir kısmı), Halkalı, Nakkaşdere, Esenkent, Ömerli, Büyükçekmece, Tepecik (Tepecik, Akören ve Pomak’ın güney kısmı), Selimpaşa, Silivri, Çanta, Gümüşyaka, Kavaklı, Yakuplu, Esenyurt, Avcılar, Ambarlı, Firuzköy, Küçükçekmece, Florya, Yeşilköy, Ataköy ve Zeytinburnu..

İstanbul’da yüksek deprem riski olan ilçeler ise; Zeytinburnu Ayamama Deresi, Ataköy’ün bulunduğu kesimler, Florya (batısındaki heyelan alanları) Küçükçekmece kıyıları, Küçükçekmece Gölü’nün doğusundaki Nakkaşdere alüvyonları, Azaplı yöresi (Altınşehir’in alçak kesimleri), Ispartakule (Alibey Yarımadası’nın batı kısımları), Kanarya (Firuzköy kıyıları), Esenkent, Avcılar (Küçükçekmece Gölü ve Marmara Denizi’ne bakan kıyıları), Ambarlı ve Haramidere. Yüksek risk içeren ilçe ve semtler arasında Avcılar’a da özellikle değinmek gerekiyor. Avcılar’ın zemini diğer ilçe ve semtlere göre daha hassas olduğu için riskin de daha yüksek olduğu bilgisi dönem dönem konuşuluyor.

“KUZEY ANADOLU FAYI’NDA 7’DEN BÜYÜK 2 DEPREM” 

Ülkemizin ve dünyanın en önemli deprem kaynaklarından biri olan Kuzey Anadolu Fayı’nın iki kesiminde deprem tekrarlama aralıkları dolmuştur. İkisi de 7’den büyük deprem üretme potansiyeli olan bu boşlukların gelecekte yıkıcı deprem üretmesi kaçınılmazdır.

“BİNGÖL (1971) VE ELAZIĞ (2020) BEKLENEN DEPREMLERDİ” 

Ülkemizin ikinci önemli deprem kaynağı olan Doğu Anadolu Fayı geçmişte büyük depremler üretmiş sonrasında bir suskunluk dönemine girmiştir. Bu kuşakta yakın zamanda oluşan en önemli depremler: 1971 Bingöl ve 2020 Elazığ depremleridir. Her ikisi de beklenen depremlerdi ve fayın bu kesimindeki gerilmenin boşalmasına neden oldular. Ancak bu fayın Ceyhan-Kahramanmaraş-Türkoğlu, Çelikhan-Türkoğlu ve Palu-Sincik arasındaki kesimlerinde uzun yıllar deprem üretmemiş fay parçaları vardır ve bunlar gelecekte büyük deprem üretecek faylardır. Yine son derece önemli bir fay kuşağı olan Ölü Deniz Fayı Hatay için bir deprem kaynağıdır.

“EGE’DE 7’YE VARAN DEPREMLER OLABİLİR” 

Ege bölgemiz dünyanın en sık deprem üreten bölgelerinden biridir. Çok sayıda fay içeren bu bölgede her bir fayın deprem tekrarlanma aralığı yeterince bilinmemektedir bu bölgede büyüklüğü 7’ye varan deprem olasılıkları vardır.Sonuç olarak şunu belirmekte yarar var: Gelecek depremlerin nerelerde olacağı konusunda bilgilerimiz var, ancak bu her şeyi biliyoruz gibi bir anlayışa yol açmamalı. Türkiye’de 500’den fazla fay diri fay var ve biz bunların sadece bir kısmı (yaklaşık 1/3 ü kadar) üzerinde bilgi sahibiyiz. Sürpriz depremlerden etkilenmemek adına bilinenler öncelikli olmak üzere her an ve her yerde deprem olacak gibi tedbirli olmak zorundayız, çünkü ülkemizde 4.5-5 gibi büyüklüklerdeki depremlerde bile büyük hasarlar alabiliyoruz.

“KÜLTÜREL ALTYAPI VE TOPLUMSAL BAKIŞ” 

Depreme hazır olmak gibi çok yönlü ve kapsamlı hem de çözümü üzerinde düşünmekte epeyce geç kalınmış bir problemin üstesinden gelinmesi için her şeyden önce kültürel altyapının ve toplumsal bakış açısının değiştirilmesi gerekiyor. Eğitim sistemi insanlara yaşadığı coğrafyayı anlatmaktan çok uzak. Oysa coğrafyayı ve jeolojiyi tanımak Dünya’nın insanlara bahşettiği nimetlerden yararlanmak ve afetlerden korunmak için temel ihtiyaç.

“DEPREMLERDE 100 BİN CANIMIZ GİTTİ” 

Anadolu toprakları çok sayıda medeniyetin deprem yüzünden büyük hasar aldığı hatta yok olduğu örnekler ile dolu. Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1939’da Erzincan’da bu toprakların gördüğü en büyük depremlerden birini yaşadığından bu yana depremlerde neredeyse yüz bin can kaybettik, yıkılan, dağılan hayatlar ve büyük maddi kayıplar yaşadık. Gelinen noktada hâlâ büyük depremlere gebeyiz ve zarar azaltma/depreme hazırlanma konusunda istenen ve beklenen seviyenin çok altındayız.

“ÇOK AZI HAYATA GEÇİRİLEBİLDİ” 

Marmara bölgesinde beklenen büyük depremin sadece can ve mal kayıplarına yol açması beklenmiyor; ülke bağımsızlığını bile tehdit edebileceği tartışılıyor. Bir seferberlik konusu olması beklenen deprem kimi zaman siyasi bir malzeme, kimi zaman bir korkutma unsuru, çoğu zaman da bıkkınlık veren ve göz ardı edilen bir umursamazlık konusu olarak gündeme geliyor. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinde yaşanan büyük can ve mal kayıplarının toplumda yarattığı infial ve beklentiler artık büyük ölçüde küllenmiş görülüyor.

Depreme hazırlık yolunda yapılan planlar, kapsamlı çalışmalar büyük ölçüde icraata geçemeden tozlu raflarda bekletiliyor. Deprem Şura’larında, bilimsel toplantılarda, kalkınma planlarında hep afetlere dayanıklı ve güvenli yerleşimler oluşturulmasının temel amaç olduğu belirtildi, bu amaca yönelik politikalar belirlendi, planlar oluşturuldu, ciltler dolusu raporlar hazırlandı ama bunlardan çok azı hayata geçirilebildi.

“PLANIN BAŞLAMAYAN EYLEMLERİNİ KONUŞUYORUZ” 

1 Ekim 2004’te ilan edilen Deprem Şurası Sonuç Bildirgesi kâğıt üzerinde kaldı. Bundan 7 yıl sonra “Depremle Mücadelenin Yol Haritası” olarak yürürlüğe konan ve deprem riskini azaltmada ve depremlerle baş edebilmede hazırlıklı ve dirençli bir toplum yaratılması, bu amaca yönelik kurumsal alt yapının oluşturulması ve konuyla ilgili AR-GE faaliyetlerinin önceliklerinin belirlenmesini hedefleyen “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP)” 2023’te tamamlanacaktı. 2021 yılında bu planın henüz başlayamayan eylemlerini konuşuyoruz. Bana sismik boşlukları sormuştunuz, buna net cevaplar verebilmek için UDSEP’in eylemlerinin tamamlanmış olması gerekli.

“TOPLUMUMUZ BUGÜN DE DEPREME HAZIR DEĞİL” 

Bu toprakların bir gerçeği olan büyük depremlere hazır mıyız sorusuna verilecek cevabın pek de ümitli olmadığı zaman zaman en yetkili ağızlar tarafından ifade ediliyor. Bir milat olarak ifade edilen 1999 depremlerinden bu yana geçen 22 yıllık sürede çok sayıda çalışma yapılmış olmasına rağmen toplumumuz önce olduğu gibi bugün de depreme hazır değildir. Hazırlıkların kısa bir sürede tamamlanarak afete dirençli bir yapının tümüyle tesis edileceğine dair ümit ise uzaklardaki titrek bir mum ışığından öteye gitmemektedir. Çünkü geçmiş aynı zamanda geleceğin de aynasıdır. Depremler oluşmaya devam etmekte, felaket bir karabasan gibi toplumun üzerine çökmeye hazır kapıda beklemektedir.

“YARA ALMAMA DEĞİL, YARA SARMA POLİTİKASI” 

Bilimsel ve teknik yaklaşımın yanı sıra siyasal, ekonomik ve sosyal boyutları ile bütüncül olarak ele alınıp buna uygun politikalar ve planlar hayata geçirilmedikçe afetlerin felakete dönüşmesi kaçınılmaz olacak, afetin verdiği hasarı ve yaraları imkânlar ölçüsünde sarmanın ötesine geçilemeyecektir. Bugün yapılan da yara almama değil yara sarma politikasıdır. İzmir depreminde çöken birkaç binanın altında kalanlara ne kadar sürede ulaşıldığı ile örneğin olası bir depremde İstanbul’da çökmesi beklenen 5.000 binaya ne kadar sürede ulaşılacağı kıyaslanırsa yara sarma değil; yara almama politikasının önemi belki daha iyi anlaşılacaktır.

“İMAR AFFI VE AFETE DAYANIKLI YAPILAŞMA” 

Afete hazırlık ve zarar azaltmanın temelinde bilinçli toplum yatar. Aileden başlayarak yaşam boyu eğitimle doğa kaynaklı afetlerle baş etme kültürünün ve bu yoldaki bilimsel yaklaşımın toplumun ve idari mekanizmanın her seviyesine yerleştirilmesi esastır. Bu yolda harcanan çabalar meyveleri geç toplanan, ancak başarının garantili olduğu bir yatırım olacaktır. Siyasi iktidarların kararlılığı afetle baş etmede en önemli unsurdur. Geçmişten bugüne değişen hükümetlerin değişmez bir biçimde oy uğruna almış olduğu kararlar, bilhassa imar afları afete dayanıklı yapılaşmanın ve toplumsal yaklaşımın önündeki en önemli engeller olagelmiştir.

“7 MİLYON BİNA DAYANIKLI HALE GETİRİLMELİ” 

Hızlı nüfus artışı ve ekonomik gelişmenin bir türlü toplumun refahını sağlayacak düzeye erişmemiş olması kırsaldan kente göçü, o ise çarpık ve afete dayanıksız yapılaşma ve kentleşmeyi doğurmuştur. 1948 sonrasında yapılan 22 doğrudan ya da dolaylı imar affı ve son olarak 2018 yılında uygulanan imar barışı ile çarpık yapılaşma önlenmek bir yana adeta teşvik edilmiştir. Seçim dönemlerinde göz yumulan kaçak ya da kontrolsüz yapılaşma sonradan yapılan aflarla yasal hale getirilmiş, bu ve çok sayıda başka nedenlerle bugün ülkemizde afetlere karşı dayanıksız ve nasıl düzeltileceği belirsiz bir yapı stoku ortaya çıkmıştır. Bugün sadece depreme dayanıklı hale getirilmeyi bekleyen 7 milyon kadar bina olduğu tahmin edilmektedir.

“500’DEN FAZLA KÖY, AKTİF FAYIN ÜZERİNDE” 

Dere yataklarındaki, çığ ve heyelan alanlarındaki yapılar da katıldığında bu rakam artacaktır. Büyük bir depreme gebe olan İstanbul’da imarı olmayan bina oranının `’tan fazla olduğu varsayılmaktadır. Kaldı ki yakın geçmişte kurallara uygun yapılan binaların bile önemli bir bölümü bugünün bina deprem yönetmeliklerinde istenen koşulları sağlamamaktadır. Oysa ülkenin neredeyse tamamı deprem açısından tehlikeli konumdadır, hatta 24 il, 100 ü aşkın ilçe merkezi ile 500’den fazla köy doğrudan aktif faylar üzerinde yer almakta, buna karşılık aktif fay üzerinde imarın nasıl yapılacağına dair bir standardımız bulunmamaktadır.

“ÇALIŞMALARLA FAY HATTI SAYISI ARTACAKTIR” 

Bugün için bilinen aktif, yani deprem üretmiş ve üretme potansiyeli olan fay sayısı, deniz altındaki faylar dışında 500’den fazla ise de gelecek çalışmalarla bunların daha da artacağı beklenmektedir. Marmara Denizi dışında denizlerimiz içerisindeki faylar hakkındaki bilgilerimiz ise oldukça sınırlıdır.Afetlerle mücadelede hukuki anlamda da önemli eksiklikler ve dağınıklıklar mevcuttur. 1959 yılında yürürlüğe giren, o günlerin bilgi seviyesi ile ekonomik, teknik ve sosyal koşullarına göre hazırlanmış olan 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” değişikliklere uğramışsa da günümüz koşullarındaki afet yönetim sisteminin ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzaktır.

“KENTSEL DÖNÜŞÜM YERİNE BİNA DÖNÜŞÜMÜNE KULLANILIYOR” 

Bugün afetle mücadelede tüm dünyada benimsenen yöntem ve kavramlar yara sarma değil zarar azaltma odaklıdır. Bu doğrultuda yeni ve bütüncül bir afet yönetim yasasının hayata geçirilmesi gerekir. Benzer şekilde 3194 sayılı İmar Yasası, 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası gibi yasaların aksayan yönleri giderilmeli ve bu yasalar bütüncül afet yasası ile uyumlu hale getirilmelidir.Afetlerin felakete dönüşmesindeki temel unsurlardan biri kalitesiz ve günün koşullarına uygun olmayan yapılaşmadır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” kapsamında yapılan kentsel dönüşüm projeleri, istenen ve özlenen planlı ve afete dayanıklı yerleşim koşullarına ulaşmada yetersiz kalmış, kentsel dönüşüm yerine bina dönüşümü için kullanılır olmuştur.

“DÖNÜŞÜMDE GETİRİSİ YÜKSEK YERLER ELE ALINDI” 

Dönüşümde afet riski yüksek olan yerler değil, getirisi en yüksek yerler önceliği almıştır. Afet tehlikesinin en yoğun olduğu, zemini zayıf, dar sokaklı bitişik nizamdaki binalardan oluşan nüfusu yoğun semtlerin ve bu binalarda yaşayan geliri düşük kesimin dönüşümü için henüz kullanılabilir bir sosyoekonomik model geliştirilememiştir. Bu denli büyük bir deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde Deprem Master Planı olan yegâne il İstanbul’dur, 2003 yılında tamamlanmasına rağmen bu plan da henüz uygulamada bir karşılık bulamamıştır.

“ALINAN YOL ANCAK BİR ARPA BOYUDUR” 

1999 depremleri sonrasında toplumda bir “Milat” beklentisi oluşmuştur. Ancak aradan geçen 21 yıllık süreç ve bu süreçte yaşanan afetler bu milatın geçmişte olmadığı gibi yakın bir gelecekte olmasının da oldukça zor olduğunu göstermiştir. Yapılan çok çalışma vardır ve bunlar son derece değerlidir, ancak yapılması gerekenler ile kıyaslandığında alınan yol ancak bir arpa boyudur. Bilimsel ışığın yol göstericiliğinin giderek gözden düştüğü, kaderci yaklaşımın egemen olduğu toplumlar afetleri felaket olarak yaşamakta, bilinçli ve eğitimli toplumlar ise refaha ve afetin felakete dönüşmediği emin bir hayata doğru artan bir ivme ile koşmaktadır.

“JEOLOJİNİN DEĞİŞMEYEN KURALI” 

Jeolojide bir kural vardır: Bugün olan olaylar geçmişin aynasıdır. Diğer bir deyişle geçmişte deprem olan yerler gelecekte de mutlaka depren üretecektir. Burada temel sorun bu tekrarlanmanın hangi sürede gerçekleşeceğidir. Bazı faylar birkaç on yılda, bazıları birkaç yüz yılda bazı faylar ise birkaç bin yılda bir deprem üretirler.

Daha önceki depremlerden belirlenen tekrarlama aralıkları gelecek depremin ne zaman olacağına ışık tutar. Bunu belirlemek ise son derece zordur. Tekrarlama aralıkları bilinen ya da kestirilebilen faylarda son depremden bu yana geçen süre deprem tekrarlanma aralığını aşmış ise bu bölge bir sismik boşluk olarak değerlendirilir.”