Aklımızı başımıza alalım

Küresel piyasalarda yaşanan Trump etkisinden sık sık bahsediyoruz. ABD Başkanı’nın siyaseten pasifize edilerek elinin kolunun bağlanması, seçim programında yer alan harcama planını hayata geçirmesine engel oluyor. Bir türlü artmayan enflasyon, beklenenin altında gelen perakende satış verileri ve ücret artışları küresel risk iştahını artırıyor.
Bunun sonucu olarak varlık fiyatları (menkul ve gayrimenkuller) sürekli şişiyor, kolay para kazanmaya alışan finans piyasaları merkez bankalarının uyarılarına kulak asmıyor, hatta “faiz artırmayın-bilanço daraltmayın kriz çıkar’’ şeklinde para otoritelerine şantaj yapıyor ve başarılı da oluyorlar.
Ama bu sürdürülemez anormalliğin bir yerde son bulması gerekiyor. En azından gelişmeye çalışan ama bir türlü gelişemeyen piyasalarda… Nitekim 15 Ağustos günü ABD’de açıklanan yılın en yüksek gelen perakende satış verisinin ardından Euro/dolar paritesi ile gerginlikten beslenen altın hariç emtiada kısmen, BİST’te ise anlamlı bir düzeltme hareketi görülmeye başladı. Tahvil faizleri yükseldi.
Bu düzeltme hareketinin devam edip etmeyeceği bu yazının konusu değil. Zaten 2 gün sonra Temmuz FED tutanakları açıklanınca piyasalar tekrar rahatlayarak kendi normaline döndü! Burada anlatmak istediğim şey; piyasalara sürekli iyimserlik pompalayarak sürdürülen havanın ne kadar sahte olduğudur. FED’in biraz iyi gelen verilerle şahin bir tavır alma olasılığının bile bu yapay havayı nasıl bir anda bozduğunun görülmesidir.
Ara sıra tekrarlanan bu karmaşadan artık ders çıkarmak gerekmiyor mu? Rüzgar tersine döndüğünde yine faiz silahını çekip gelişmeleri mi seyredeceğiz?..
Her seferinde mecburen aynı cümleyi tekrarlıyoruz: Borçlandıran tüketim ekonomisini bırakıp gelir getiren üretim ekonomisine geçmek zarurettir. Bunu geciktirdiğimiz her geçen gün fatura kabarmaktadır. Ancak, 65 yıldır içinde yer aldığımız Atlantik sistemi ile bu kısır döngüden kurtulmanın mümkün olmadığı da anlaşılmıştır. Merkel’in “Gümrük Birliği Anlaş- ması güncellenmeyecek’’ ifadesi bile içinde bulunduğumuz eko-politik durumu ve değişim mecburiyetini en somut biçimde açıklamaktadır.
Artık Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerimizi çok daha fazla geliştirmek ve komşularımızla siyasi, askeri, ekonomik her alanda daha çok işbirliği yapmak zorundayız. Bu konuda bir hayli yol alınmıştır ve alınmaktadır. Buna karşılık olarak Batının gidişatı köstekleme çabaları da doğal olarak sürmektedir.
CHP yönetiminin adalet ve özgürlük bahanesiyle terör uzantılarına kucak açması, HDP ile ittifaka yanaşmayan MHP’yi bölmek için yeni bir parti kurma çalışmaları, ilericiliği salt yaşam tarzına indirgeyen bazı sözde Atatürkçülerin savaşan ordumuzun komutanına “yalaka’’ diyecek kadar alçalarak kamuoyunun güneyimizdeki büyük tehlikeyi algılamasını engelleyen ibretlik çabaları…
Buna iktidarın kendi bindiği dalı kesme merakını da ilave etmek gerekiyor! Buradaki bazı gayri milli tiplerin Ata’mıza ve Cumhuriyet’imize yaptığı sözlü saldırılar, iç ve dış tehditleri görüp iktidara bu noktada destek vermenin zaruret olduğunu gören bilinçli insanlarımızı bile isyan ettirmektedir.
Bugün Türkiye’nin eko politik manzarası artıları ve eksileri ile kabaca bu şekildedir. Umudumuzu hiç kaybetmeden, Allah milletçe aklımızı başımıza almayı nasip etsin diyoruz…