Çomarciç’in anlattıkları

Her ertende en büyük sevincin ikitekerim Çakır Gelin ile birlikte doğa gezisine çıkmak. Dağlar, tepeler, düzeler, ırmaklar, geniş kent içi yolları ile ikiteker kuşakları ile Saraybosna eşsiz bir yer. Her yan ormanlarla, yeşilliklerle kaplı olduğundan bol bol odtegi-oksijen soluyorsunuz. Böylelikle kan dolaşımı daha iyi oluyor. Bedenin gözeleri daha çok besleniyor.
Bugün ereğim, Mostar yolu üzerinde Osmanlıların Bosna Irmağı üzerine ulaşım için yapmış olduğu ‘Taş köprü’ diğer adlarıyla ‘Roma Köprüsü’ anılan köprüyü görmekti.
Osmanlı en çok bayındırlık yatırımını Anadolu’ya değil Rumeli topraklarına yapmış. Saraybosna’nın doğu girişinde Bosna Irmağı üzerinde Taş Köprüyü 1530-1550 yılları arasında 7 gözlü olarak, büyük bir güzellikle yaparken, Batı çıkışında ise Milyetska Irmağı üzerine Keçi Köprülerini yaptırmış.
Taş Köprüye, günümüzde Roma Köprüsü denmesinin Romalılarca dikildiği anlamı çıkıyor. Oysa gerçek öyle değil. Bunun nedeni, köprü yapımında Romalaılardan kalma taşların kullanılmış olması.
Çengiz Vila’daki evimizde 9 km ötede, Sarayova-Mostar yolu üzerinde, Bosna Irmağının yeni demirtaş-betonarme köprüsünü geçerken solan bakın, yaklaşık 100 metre uzakta, yeşillikler, döküm döküm ağaçlar arasında yapayalnız kalmış bir yedi gözlü güzeller güzeli bir köprü göreceksiniz; işte orası Türklerin yaptığı taş köprüdür.
Çakır aldı beni götürdü toprak yoldan köprüye doğru. Köprünün üzerinde, tam da orta göbekte bir orta boy köpek yatmış uzanmış.
‘Yahu, hiç gelen geçenin olmadığı bu köprüye doğru gelen şu uçrak kişi de kimdir?’ gibi, başını kaldırıp, kulaklarını dikip bana baktı. Göz göze geldik. Savaşlarda, at üzerinde çok iri görülen Türk erlerinin düşmanı korkuttuğu gibi, çakır üstünde ayrı bir yaratıkmışım gibi boz köpeği korkutmamak için Çakır’dan indim. Sanki beni tanımış bir dost gibi kuyruğunu salladı. Bu ‘dostuz’ demektir.
Çakır, elimde, ona doğru yaklaşırken kalkmaya yeltendi. Kalktı, başı bana çevrik kuyruk halen sallanıyor.
Tin tin bana ‘Dora doşli-Hoş geldin’ demek üzeri yaklaştı.
‘Dobra yutro, boz köpek!. Adın ne?’
Konuşunca kanı bana daha da kaynadı. Ayakları kısa, bedeni up uzun sanki sal gibi.
‘Dobro yutro..Hav hav. Adım ‘Çomarciç’ ya senin ki? Neredensin ey yabancı? Ağzından pek buralı değilsin gibi.’
‘Bildin be boz köpek. Ben buralarda yüzyıllardır yaşam sürdürüp de, bin kilometre doğuya çekilen Türklerin soyundanım. Şu üzerinde yatıp uyuduğun köprüyü biz yapmıştık, şimdi sen beklersin. Adım da Övgün’
Geldi ağlamaklı bedenini ayaklarıma sürttü,
‘Bizi bırakıp nerelere gittiniz. Dedem anlatırdı, siz Türkler bu köprü üzerinde kağnı ile geçerken dedemleri de doyururmuşsunuz. Şimdi nerdeeee? Bekle bekle ne gelen var, ne de geçen. Burada benden başka kimse de kalmadı. Burada besleyen yok diye tümü de Ilıca’ya çekti gitti?’
‘Peki! Sen şimdi nasıl besleniyorsun?’
‘Taa şu uzakta bir çiftlik evi var ya, onarlın yedikleri etin kemikleriyle’
‘Sakın domuz kemiği olmasın?’
‘Oooo.. ho.. ho.. Sen Müslümanlık güdümünde olmalısın! Allah, Müslümanlık yalnız sizin için var. Biz köpeklerde din yoktur. Biz yalnızca yaratana inanırız’
‘Haydaaa! Din olmadan yaşam olur mu? Ya cennet, ya cehennem?’
‘Bak Övgün, şu ilerdeki bembeyaz mermerli, onun yanında da simsiyah taşlı, yan yana duran iki gömeçi-mezarlığı görüyor musun? İşte orada ‘şehit’ diye yatanlar, ‘benim dinin iyi, senin dinin kötü’ dedikleri için birbirlerini öldürenlerle dolu. Oysa biz köpeklerin sizler gibi çok çalışan beyni yok. Ancak, bizde böyle bir olgu olmadığından, aramızda bölge kavgaları yaparız, ancak kimse kimseye dini nedeni ile öldürmez, kin tutmaz. Çünkü bizde yalnızca Yüce Yaratan vardır. O yarayan hem sizin, hem bizim, hem gördüğün tüm bu doğanın, yıldızların, güneşin, ayın yaratanıdır. Tümümü kardeşiz’
‘Aaa Çomarciç, bu derin düşenlerinle hem beni şaşırttın, hem de utandırdın. Doğru söze ne denir! Gel senin bir ekizini-fotoğrafını çekeyim. Facebook’da yayınlayayım, buraya benden sonra gelecekler hem seni bilsinler, hem de yiyecek bir yemek getirsinler. Ne olur benim kusuruma bakma.’
‘Gözünüz arkada kalmasın Övgün. Siz buraları bırakıp gittiniz, ancak ben bir erdemli Boşnak köpeği olarak, sizden kalan bu yapıtları, koruyacağız. Ben gidinc benim çocuklarım, torunlarım. Sen Türklere esenlikler dile benden’
Gözlerim dolu dolu oldu,
‘Hoşça kal Çomarciç, hoşça kal’
‘Hav hav havuuuuuuu, hav-Güle güle’
Yerde iri çakma taşlarla yolu, bakımlı ayaklarıyla, 550 yıldır dipdiri kalan sağlam Taşköprü, sanki yeni yapılmış gibiydi. Gözlerimin önünden bunun üzerinden geçen kutsal Türk ordusu, burada yaşayan eski köylülerin önünde bir öküzün çektiği, gıçırdayan koca tekerleriyle, yük çeken kağnısı geldi. Şimdi tüm bunlar bir Çomarciç köpeğe kalmıştı.
Köprünün üzerinden, yaprakları, dalları tertemiz Bosna Irmağına dalmış, ağaç gölgelerinde balıkların oynaştığı, yeşil başlı ördeklerin güvenle, erinçle, mutlulukla yüzdüğü Bosna Irmağının dinginliğine baktım kaldım.
Bosna Irmağının kaynadığı Vrelo Bosna’ya doğru Çakır Gelin’i sürerken döndüm arkama baktım; Çomarciç tam da köprünün ortasında dinelmiş, kuyruğunu sallarken, dilini sarkıtmış, sanki gülümser gibi bana bakıyordu.
Başımı geriye çevirip gülümsedim.
Göz göze geldik.
El salladım, o da kuyruk.