Kentsel dönüşüm politikaları…

Kentsel dönüşüm politikaları acımasızca sürüyor…

İnşaat üzerinden sermaye birikimi elde etmeyi amaçlayan ve “Kentsel Dönüşüm” adı altında sürdürülen politikalar, kaynağını “bilim, şehircilik ilkeleri ve hukuktan” almayan çok sayıdaki KHK (Kanun Hükmünde Kararname), Torba Yasa, Yasa, Yönetmelik, Bakanlar Kurulu Kararları ve nihayetinde yürürlüğe sokulan Tebliğler ve uygulamalarla olağanüstü ve acımasız boyutlar kazanmıştır.
Bu süreçte merkezi yönetimin depreme hazırlık ve afet politikalarına bakışı açısından 16 Mayıs 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Düzenlenmesi Hakkında Kanun” tipik bir örnek oluşturmaktadır. Uygulamaya geçilen bu kanun çerçevesinde kentlerde ve kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltacak, toplumsal uzlaşı sağlanmış ve geleceğe yönelik “sağlam yapılar ve yaşanılır çevreler” bırakmayı hedefleyecek hiç bir rasyonel proje üretilmemiştir.
Kamu yapıları ve alanları yönetimlerin ve kimi inşaat firmalarının hedefi olmuştur. “Dönüşüm Yasası” ile bir takım kamu yapıları ve lojmanlar hızlı bir biçimde yıkılarak bu yapıların yer
aldığı değerli araziler, yapı yasağı olan bölgeler ve nihayet kentlerin yeşil alanları bakımından önemli olan Askeri Alanlar üzerinden yeni rant alanları oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve bu bakanlığa bağlı TOKİ ve kii yerel yönetimler tarafından yürütülen proje ve yapı üretim süreci kapsamlı sorunlara kaynaklık etmektedir. Afet riski altındaki yapıları ilgilendiren ve kentsel dönüşüm amaçlı projeler şehircilik ilkelerine aykırı olarak gerçekleştirilmekte, toplumsal mutabakatı dışlanmakta, bilimsel / teknik bilgi ve uygulamalara uymamaktadır. Bu projeler kapalı kapılar ardında alınan bir takım kararlar ile kamu yararına aykırı bir biçimde uygulanmaya çalışılmaktadır.
Bunun sonucunda yeşil alanlar yok edilmekte; kentsel alanlarda en çok ihtiyaç duyulan kamusal alan ve parklar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Deprem sırasında yurttaşların toplanma yerleri olarak belirlenen yeşil ve boş alanlar dahi yapılaşmaya açılabilmektedir.
Son yıllarda gündeme getirilen “çılgın projeler” doğrudan doğal yaşamı, kaynakları ve kentsel süreklilik yaklaşımını hiçe sayan gelişmelere işaret etmektedir. Uygulanan veya uygulanması düşünülen bu projolerin hem doğal yaşamı hem de ekolojik dengeyi bütünüyle bozabilecek ve çeşitli afet risklerini de büyük ölçüde artmasını sağlayabilecektir. . Biyolojik çeşitliliğin tehdit altında olması ve yeşil alanların yok edilmesi ile birlikte sadece yaşam alanları tahrip edilmekle kalmayacak; dünya için bir büyük bir tehdit olan küresel iklim değişikliği karşısında ülkemizi de savunmasız bırakacaktır.
Yaşanan deneyimlere rağmen günümüzde deprem açısından büyük riskler taşıyan uygulamalara devam edilmektedir. İstanbul Yenikapı ve Maltepe sahilinde ve diğer kıyı kentlerimizde deniz doldurularak depreme karşı güvenli olmayan ve doğayı tahrip eden dolgu alanları yapılması, yapılaşmaya uygun olmayan zeminlerde, dere yataklarında, kıyılarda ve fay hatlarında yapılaşmalar gerçekleştirilmesi ve hatta fay hatlarının yeri dahi değiştirilerek yapılaşmaya açılabilmesi, TOKİ eliyle sınırsız yapılaşma özgürlüğü ve denetimsiz yapılaşma afet risklerini daha da arttırmaktadır.
Her şeyi “meta” olarak gören bu anlayışla bütün Ülke toprakları “Dönüşüm Alanı” ilan edilmiş; 10 bin yıllık kentlerde Kentsel Dönüşüm kararları, Tarihi kent merkezlerine yönelik yıkım, endüstri mirası, Cumhuriyetin mimari mirası, kültür varlıklarının ve mekanlarının yok edilmesi kararları verilmekte ve hayata geçirilmektedir.
Kentsel Dönüşüm politikaların olumsuzlukları sadece doğal ve kültürel çevreye verdiği zararlarla sınırlı olmayıp; bir bütün olarak toplumsal yaşamı olumsauz etkileyen ve hak kayıplarına neden olan sonuçlar doğurmaktadır. Bu çerçevede ;
• kamusal, sosyal, kültürel ve çevresel kayıplar gerçekleşmiş,
• hak ihlaller ve mağduriyetler yaşamış,
• insanlar yıllarca yaşadıkları mahallelerden sürgün edilmiş,
• yetersiz olan kentin yaşam kalitesi daha da düşmüş;
• kentsel mekanda toplumu “etnik, inanç ve sosyal sınıf” temelli ayrıştıran uygulamalar gerçekleştirilmiş,
• toplum katılımı tamamen dışlanmış;
• “demokrasi ve hukuk” normları ise fiilen askıya alınmış,
• “insaata dayalı sermaye birikimi” modeli ile yeni bir sermaye sınıfı yaratılmış,
• Imar ve planlama süreçleri tamemen merkezin kontroluna alınmış,
• Imar ve kentleşme giderek otoriterleşmenin finans kaynağı haline gelmiş,
• yeni yapı üretiminde Selçuklu ve Osmanlı taklidi ile post-modern kopyalardan oluşmakta,
• kentler kimliklerini yitirmiş ve “rantiyenin şantiyelerine” dönüşmüştür,
• ve “güvenli yapı ve yaşam çevreleri” hedefi söylemde kalmış ve hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir.
Bütün bu karar ve uygulamalar ülkenin ve toplumumuzun depremin yıkıcı etkisi yanında; sosyal bunalımlara, şiddete, çatışma ortamına, mutsuzluklara ve umutsuzluklara dayanan yeni afetlere ortam hazırlamakta ve davetiye çıkarmaktadır. Bu koşullara siyasal alanda izlenen “gerilim ve otoriterleşme” politikalarını sürece dahil ettiğimizde gelecek için çok daha vahim bir tablo söz konusudur.
AKP İktidarı, bu hukuksuz karar ve uygulamalarla yetinmemiş; tamamen merkezin kontrolünde daha hızlı ve kapsamlı bir “yağma operasyonu” için hazırlıklara başlamıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın gündeme taşıdığı “Torba Yasa” ve başbakan davutoğlu’nun “Konut Zirvesinde yaptığı açıklamalardan yurttaşların barınma haklarına ve mülkiyetlerine el koymak ve hükumet destekli inşaat firmalarına rant sağlamak için “Emlak Borsası” ve araçlarının oluşturulması için start verildiği anlaşılmaktadır.
Gelinen aşamada “demokratik normların ve hukukun” hiçe sayıldığı; güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın güvencesi olan “kamu denetiminin” ortadan kaldırıldığı, “kentsel dönüşüm” adında sınırsız “yağma özgürlüğü” yetkisi kullandığı, yerel yönetimlerin “iktidarın emrinde kuruluşlar” haline getirildiği veya tamamen devre dışı bırakıldığı; meslek Odalarının “özerk-kamu kuruluşu” niteliğine müdahale edildiği ve toplum katılımının yok sayıldığı ortamda; “güvenli ve sağlıklı kentleşme” için başta yerel yönetimler olmak üzere bütün kesimler tarihsel bir sorumluluk ve sınavla karşı karşıya bulunmaktadır…