SAYI 45

5 KASIM 2003, SAYI 45

SAYFA 2

Atatürk gözlüyor

Beşiktaş Belediyesi, Cumhuriyet Bayramı kutlama etkinlikleri çerçevesinde Açıkhava Atatürk Fotoğrafları sergisini açtı. İstanbul Valisi Muammer Güler, Beşiktaş Belediyesi Yusuf Namoğlu’nun üst düzey yetkililerin katıldığı törenden sonra Yıldız’dan Ortayköy’e uzanan Atatürk fotoğraflarının yer aldığı sergi açıldı. Atatürk’ün hayatından kesitler sunan sergi, Cumhuriyet kutlamaları süresince devam edecek.
Cumhuriyet tuvalleri Sanatçılar Parkı’nda
Sanatçılar Parkı’nda Cumhuriyet Tuvalleri açılışı gerçekleşti.
10 sanatçının bir araya gelerek yaptıkları ‘Cumhuriyet Tuvalleri’ resim sergisinin açılışına Almanya’nın Friedrich Alekander Üniversitesi rektör yardımcısı Herr Prof.Dr. Hartmut Bobzin ve dekanı Herr Prof. Dr. Alp Bahadır katıldı. Bunun yanı sıra Erlangen Belediye Başkanı Dr. Siegtried Ballleis ve heyeti Sanatçılar Parkı’ndaki bu açılışa Yusuf Namoğlu ile birlikte katıldı. Açılışı birlikte yapan başkanlar, sergiye katılan ressamlardan Ferruh Başağa’yı cumhuriyet tuvalinden dolayı kutladılar.

Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili kızıyla birlikte yürüdü

Beşiktaş Kulübü Başkanı Serdar Bilgili de cumhuriyet kutlamalarına katıldı. Cumhuriyetimizin 80. yılı nedeniyle Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen yürüyüşe kızıyla birlikte katılan Beşiktaş Kulübü Başkanı Serdar Bilgili’ye vatandaşlar tarafından büyük ilgi gösterildi.
Öte yandan Cumhuriyetimizin 80. yılı kutlamalarına başta Beşiktaşlılar olmak üzere İstanbul’un dört bir yanından gelen onbinlerce kişi katıldı. Ellerinde bayraklarla yürüyen vatandaşlara öğrenciler de eşlik etti.

SAYFA 3

Ramazan ve oruç

Ramazan ayının gelmesiyle hayatımız hem maddi hem de manevi anlamda değişiyor, güzelleşiyor. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, ramazan ayını, insanlar için bir silkiniş bir uyanış olarak ifade ediyor. Zekeriya Beyaz ramazan ayı ile ilgili olarak şöyle devam ediyor:
“Ramazan ayı, oruç tutulduğu ve içinde kadir gecesi bulunması sebebiyle mübarek bir ay olarak kabul edilir. Müslümanlar bu ayı, güzel nimetlerle bir çok güzellikle geçirir. Ramazanda oruç tutarız, bu oruç ile biyolojik varlığımız rahatlar, aynı zamanda ruhsal yönden, yoksulluk çeken insanların durumunu açlığını hissederiz. Bu yüzden de, içimizde onlara yardım etme duygusu uyanır. İnsanın aç kalarak bir bakıma acı çekmesi bize hayatın zorluklarını hatırlatır. Onun için ramazan bir silkiniştir, bir titremedir. Çok yönlü bir olaydır. Bu mübarek ayda, yardımlaşma dayanışma duygumuz galeyana gelir. Örneğin, zekat, fıtrat genellikle ramazanda verilir. Ayrıca bilindiği gibi, maddi durumu yetersiz kalanlara, ramazan ayı münasebetiyle yardımlar yapılır, iftar çadırları kurulur”
İftar yemeği kimlere verilmelidir?
“Elbette, iftar yemeği sadece fakirlere verilmez. Varlıklı olanlara, öksüzlere yani, herkese iftar verilebilir. Fakir olanlara iftar verilirse o sadaka olur, zenginlere veya maddi açıdan normal durumda olanlara iftar verilirse, bu hediye olur ve dayanışma sebebidir. İftar yemekleri, insanların birbiriyle tanışmalarını, konuşmalarını sosyal bütünleşmelerini sağlar. Bu bakımdan bazı kimselerin, ‘zenginlerin sofrasına oturmayın veya zenginlere ziyafet vermeyin’ şeklindeki anlayışları yanlıştır ve eksiktir. Zengin fakir ayırt etmeden herkese ziyafet verilebilir. Ama tabi ki fakirleri daha çok gözetmeliyiz”
Ramazan ayının toplum hayatındaki etkileri nelerdir?
“Ramazanın içinde sahura kalkılır, birlikte iftar saati beklenir. Camilerde ise vaaz-ı nasihatlar yapılır. Aslında, bütün bunlar psikolojik, sosyal, iktisadi, çok yönlü bir etkinlik meydana getirir. Bu da insanların hayatındaki durağanlığı ortadan kaldırır. Zira, ramazanda farklı bir ortama girersiniz. Ramazandan sonra bayram gelir ki, bayramın ayrı bir güzelliği vardır. Dolayısıyla ramazanı sadece ibadet şeklinde düşünmek yanlış ve eksik olur. Ramazanda teravih namazı, ibadetler, oruç vardır ama bir de topluma katkıları vardır; sosyal ve psikolojik olarak. Ramazan ayını yaşamalı, yaşatmalı, hatta geliştirmeliyiz. Bizim çocukluğumuzdaki bayramlar kalmadı. Onun yeni şeklini oluşturmak, yeni kutlama tipleri kurmamız gerekli, şartlarımıza göre. Çocuklarımızın zihinlerine bu ramazanlarla bayramlarla ilgili çok güzel anılar yerleştirmeliyiz. Sahura kalkmak, bir teravihe gitmek, bir bayram yerine gitmek, ramazan geceleri gezmeye çıkmak, ramazan iftarlarına katılıp toplumla konuşmak… Bütün bunlar insanların millet olmasını, ulus olmasını sağlar. Hatırasız insanlar kof olur. İnsanların çocukluk hatıraları olmalı. Güzel anıları olmalı”
Ramazan ayı ile ilgili toplumdaki hangi anlayışlar sizi rahatsız ediyor, neler yapılmalı?
“Ramazan ile ilgili iki tip yanlış tavır var. Birinci grup, ramazanı önemsemeyenler, bunu daha çok yeni nesilde görüyorum. Ramazanı, bayramı, orucu, teravihi bu manevi dünyayı önemsemiyorlar. Her şeyi bir kenara bırakınız, yani Allah ile kul arasındaki ibadet yönünü, o insanların hatıraları, gönülleri boş kalıyor. Oysa ramazanda bayramda, el öpülmeli, ziyaretler yapılmalı, insanlar birbirine yardım etmeli, öksüz yetim çocuklara, yardım edilmeli yani mutlaka bir şeyler yapılmalı. Bütün bunlar gönül hatıra defterine yazılmalı. Ancak yeni nesil, ramazanın güzelliklerini hiç önemsemiyor. Örneğin, ramazan ayında insanlar, özel olarak bir kaç yüz milyon kenara ayırmalı. Hatta ayırdığı parayı, çıkıp dağıtmalı. Özellikle yoksullara, sokak çocuklarına, evsizlere ya da işinde gücünde olup da dar gelirli olanlara vermeli. Fukaraya, gece konduda yaşayanlara, yaşlı kadınlara, dul kadınlara yardım edilmeli. Bu güzelliği, ruhumuzda, vicdanımızda hissetmeliyiz. Onun için ramazanı hiç hissetmemek anlamamak, bir insan için büyük bir eksikliktir. Yeni nesillerde bu eksikliği görüyorum. İkinci olarak bizi rahatsız eden durum ise ramazan münasebetiyle çoğalan dilenciler. Çünkü Müslümanlıkta dilencilik iyi bir şey değildir. Bir de, türbe ziyaretlerinde aşırıya gidiliyor. Türbeler, mezarlar, atalarımızın mezarları ziyaret edilebilir. Ama türbede yatan kişiden yardım beklemek gibi bir mantığın içine girmek, gerçekten tehlikeli.”
Oruç ile ilgili olarak yanlış bilinen konular var mı?
“Oruç konusunda üzerinde durulması gereken, orucun Allah’ın emri ve farz olduğudur. Ancak, kimlere farzdır? Sağlıklı, müslüman ,oruç tutmaya gücü yeten, akıl sağlığı yerinde olan herkese farzdır. Bu yüzden hastalara, şeker hastaları, kalp hastaları, tansiyon hastalarına oruç düşmez. Onlara farz olmaz. İkinci grup ise oruç tutmaya gücü yetmeyenlerdir. Örneğin bedenen ve beynen ağır işte çalışanlar. Gazeteciler, doktorlar, fabrikalarda ağır iş yapanlar gibi. Beyin yeteri kadar şeker almadığında düşünme duygusunda biraz zaafiyet meydana geliyor. Bu yüzden işlerini tam yapamazlar, bu da sıkıntıya neden olur”
Oruç tutamayanlar ne yapmalı?
“Oruç tutmayanlar orucun fidyesini verirler. Fidye, bir insanın bir günlük yiyeceğidir. O fidyeyi veren insan, bir günde bir günlük yemek masrafını fakire verdiği an, bir günlük orucunu karşılamış olur. 30 günlük oruç için bu hesap şöyle yapılır: O kişi, günde ikişer milyonluk yemek yiyorsa ayda 60 milyon lirayı fakirlere vermesi gerekir. Kişi, böylece hem orucun vebalinden kurtulur, hem de sevabına kavuşmuş olur. O fakir de ondan yararlanmış olur. Çünkü, orucun asıl maksadı, fakirlerin halinden anlamak, fakir sevindirilerek, onun halinden anlamış oluruz. İkincisi ise oruçluyken herhangi bir sebeple orucunu bozan kimseler, bir gününe bir gün tutarlar. 30- 40 gün tutmak gibi bir şey yoktur.”
Oruç tutanlar neye dikkat etmeliler?
“Oruç saatinin başlamasından yani sahur vaktinden gün batıncaya kadar insanlar, yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmalı. Çünkü oruç bir bakıma, nefis terbiyesidir. Orucun iki yönü vardır birisi maddi yönüdür yani yemekten içmekten ve cinsellikten uzak durmak, ikincisi ise manevi yönüdür, o da oruçlu kişi kavga küfür tartışma yapmamalı, haram bir işe girmemeli, kimseye şiddet uygulamamalı gibi. Yani, oruçlu kişi ipek gibi olmalı. Edepli olmalı. Ve orucun asıl amacı, bu bir ay içinde kişinin, terbiyeli olmaya alışmasıdır. Oruçlu iken kavga etmek, küfür etmek, birilerine eziyet etmek orucun manevi yönünü bozar. Sevabını eksiltir”
Zekeriya Beyaz, “Bütün insanlara mübarek ramazan ayı dolayısıyla iyilikler diliyorum. Memleketimize, milletimize, devletimize, dinimize hayırlar temenni ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

SAYFA 4

Hastalıktan korkmayın

“Bu bir beyin hastalığıdır. Tek başına eğitim yeterli olmaz, temel iş hekime düşer. Erken teşhis çok önemli ve bunun için bilgilendirme çalışmalarımız devam ediyor. Son yıllarda bu konu üzerine çok kapsamlı araştırmalar yapılmasına rağmen konu hala bir sır… İstanbul’da 6000 otistik varsa 3000 tanesi bunun tanısını bilmiyor.”
Bu sözler yaklaşık on yıldır Türkiye’de otizm ile ilgili bilinçlenme çalışmalarına öncülük eden Prof. Dr. Nahit Mutevelli Mukaddes’e ait. İstanbul Tıp Fakültesi çocuk psikiyatrisi ve ruh sağlığı öğretim üyesi Mukaddes, ayrıca otizm bölümünün direktörlüğünü yürütüyor. Mukaddes, otizmle ilgili aralıksız süren çalışmalarının başlangıcını şöyle anlatıyor:
“1992 yılında ergen psikolojisinden çocuk psikiyatrisine geçtikten sonra, Türkiye’de çocuk psikiyatristi sayıca çok olmadığı için bütün çocuk hastalıklarına bakmak durumunda kalıyorduk. Ancak akademisyen olunca bir alana yoğunlaşmak, o alanda kendinizi geliştirmek ve eğitim verme konumuna geliyorsunuz. Şunu söylemek gerek ki, otizm, en ağır hastalık grubudur ve bu aileler için de çok zordur. Özellikle bu Türkiye’de çok iyi bilinmiyor. Halen bazı sağlık kuruluşlarında otistik olan çocuklar şöyle algılanıyor, hekimle bir işi yoktur, sadece eğitimciye ihtiyaç vardır diye. Otizm bir beyin hastalığıdır. Bu yüzden Nöropsikiyatrik bozukluk diyoruz. Temel iş hekime düşer, hekim psikologuyla, pedagoguyla, öğretmeni, özel eğitimcisiyle birlikte eğitim, programın bir parçası oluyor.”
Otizm nedir ve nasıl anlaşılır?
“Otizm henüz bir sır, sadece bazı doneler onu destekliyor. Belirtileri ruhsal alanda seyrediyor. Bu çocukların konuşmalarında gecikme var, konuşamıyorlar veya farklı konuşuyorlar. Duygusal, sosyal kontakta gecikmeleri oluyor ve zorluklar yaşayabiliyorlar. Yaşıtları gibi oyun oynayamıyorlar, yaşıtları gibi ilişki kuramıyorlar. Bunlara eşlik eden bazı davranışsal sorunlar var. Oyunları tekrarlayıcı oluyor. Örneğin, arabayla başka çocuklar yarış yaparken sözünü ettiğimiz çocuk sadece arabaları dizmek ile yetiniyor. Bir çeşitlilik yok. Katı ve değişmeyen etkinlikler söz konusu. Bir sene sonra başka bir oyun biçimi devreye giriyor belki ama onda bile katı oluyor. Aynısını tekrarlayıp duruyor. Erken tanı çok önemli hastalık uzman bir hekim tarafından 5- 10 dakikalık bir gözlemle bile anlaşılabilir. Bu tanı sayesinde neredeyse bir düzelme olanağı kazanılmış oluyor. Belirtiler hafifleyebiliyor. 12 sene öncesinde daha kıdemli hekimleri izlerdim onlar otistikler ile çalışırken, hangi otistik hırçınlık yapsa aynı ilacı verirlerdi. Bugün biliyorum ki, hırçınlık yapanların hepsi bunu basit bir hırçınlık olarak değil, yeni bir depresyon geliştiği için yapıyorlar. Bu yüzden aynı ilaçla hepsinin o belirtileri düzelemez.”
Otizm alanında uzmanlaşmanızın sebepleri nedir?
“Otizm ile ilgili kişisel motivasyonum, bunun bir sır olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca, en ağır çocuk psikiyatri hastalık grubu olması ve bu ülkede yeterince bu konuda yetkin kişilerin henüz tam olarak bir araya gelmiş olmaması. Bunun yanı sıra, ailelerin çok perişan durumda o kapıdan bu kapıya dolaşıp tam anlamıyla bilgi edinemiyorlar. Herkesten bir laf duyuyor emin olamıyorlar. Üstelik bu çocuklar için okul olanaklarının olmaması da bu konuda etkili.”
Otizm konusunda yapılan çalışmalarınız hangi boyutlarda?
“Halen, otistik çocuğu okullara yerleştirmede güçlük çekiyoruz. Bu çocukların bir kısmında zeka problemi vardır bir kısmında yoktur. Ama, zeka özürlülüğünün ötesinde daha ağır problemleri vardır. Bu yüzden özel bir eğitime ihtiyaçları var. Biz, bütün bu yoksunlukları fark ederek bu alana eğildik ve Türkiye’de bu alanda bir şeyler başlatalım dedik. Uluslar arası düzeyde profesörlerden destek alma şansım oldu. Çalışmalarımızı sunduk, onların görüşünü aldık ve eğitimimizi pekiştirdik.”
Dünya otizm hastalığına nasıl bakıyor?
“Dünyada otizm ile ilgili şu gelişmeler yaşandı, çocukların beyin yapısıyla ilgili bilgiler çok arttı. Bu konuda çok fazla çalışma yapılıyor ve ilgi arttı. 30- 40 yıl önce otizm için anne babanın kötü terbiyesi, hatta annenin soğukluğu, buzdolabı modeli anne düşüncesi vardı. Artık herkesin hemfikir olduğu bir nokta var ki, bu bir beyin hastalığıdır ve çocuk öyle doğmuştur.”
Peki ya Türkiye’deki çalışmalar…
“Türkiye’de halkın otizm kelimesinden bile haberi yoktu. Sadece çocuğu böyle olan aileler biliyordu. Çocuk hekimleri de bilmesi gerektiği kadar bilmiyordu, şimdi daha bilgililer. Kendi üniversitemde İstanbul Tıp Fakültesinde davetler alıyorum, bu konuyu anlatmak için. Eskiden böyle bir ilgi yoktu. Otizm, çocuk kongrelerinde, milli pediatri kongresinde işlenmeye başlanan bir konu haline geldi. Hekim kitlesinin duyarlılığı arttı. Dolayısıyla toplumsal olarak da duyarlılık arttı.”
Otizm hastalığının görülme olasılığı sosyo-ekonomik bir boyut taşıyor mu?
“Bu hastalığın sosyo ekonomik düzeyle herhangi ilgisi yok. Ancak ailelerin ekonomik durumu, gereken kaynaklara ulaşmak, doktora götürme açısından yeterli olmayabiliyor. Biz üniversitede bu hastalığı takip ediyoruz, gelen aileleri özel eğitim programlarına yönlendiriyoruz. Hastalık, Türkiye çapında 150 bini bulabiliyor. Bu açıkçası oldukça yüksek bir rakam.”

BEŞİKTAŞ’IN YENİ KAYMAKAMI NİHAT NALBANT

Beşiktaş ilçesinin yeni kaymakamı Nihat Nalbant, İstanbul’a geldi. Trabzonda görev yapan Nihat Nalbant, Beşiktaş’taki görevine başlamadan önce, Beşiktaş Kaymakamlığı’nı ziyaret etti. Kasım ayının ilk haftasındaki karşılamada, Beşiktaş İlçe Milli Eğitim Müdürü Şeref Çalışır da yer aldı. Kısa süre sonra göreve başlayacak olan Nihat Nalbant, daire başkanlarının, müdürlerin ve tüm çalışanların hazır bulunduğu sıcak bir karşılama ile ağırlandı.

SAYFA 5

Sinema günleri
DİDEM TUTAL

Sinema sezonu başladı, birbirinden değişik filmler gösterime girdi bir çoğu da girmeyi bekliyor. Aynı zamanda bir çok dev ismin imzasının olduğu festivallerin mevsimi. Kaçırdığınız filmler için üzülmenize gerek yok. Eskiler ve vizyona yeni giren filmler, hepsi Levent Kültür Merkezi Sinema Türsak’ta sizi bekliyor. Çeşitli festivallere ev sahipliği yapan bu merkezde sinemayı ortalama 5 milyona seyredebiliyorsunuz. Piyasaya oranla daha uygun fiyatlarla sinema seyircisini ağırlayan Levent Sinema Türsak, Beşiktaş Belediyesi’nin verdigi özel destek ile bir ilk olma özelligini taşiyor. Türsak Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Engin Yiğitgil, Türsak’ı ve sinema alanındaki dev adımları şöyle anlattı:
“Öncelikle, Türsak bir sivil toplum örgütüdür. 1991 yılından bu yana hizmet vermekte ve 200 ün üstünde kurucu üyesi bulunmaktadır. Bunların büyük bir çoğunluğunu elbette, sinema sanatçıları oluşturuyor. Atıf Yılmaz’dan Kadir İnanır’a Müjde Ar’dan Türkan Şoray’a kadar bir çok sinema sanatçısı vakfımızda yer alıyor. Ayrıca, kurucu üyelerimiz arasında İshak Alaton gibi ünlü iş adamları, politika dünyasının da önde gelen isimlerinden Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, Bülent Akarcalı bulunuyor. Bu isimlerin bir araya gelişiyle Türsak Vakfı kuruldu. Şu an yönetim kurulunda şu isimler var, Tuncay Önder (yönetmen), Derviş Zaim (yönetmen), Fehmi Yaşar (yönetmen), Sevinç Baloglu (senarist), Necip Sarici (Yeşilçam’in duayenlerinden), Veysel Batmaz (iletişim prof.u)… Bunun yani sira 15 kişilik profesyonel bir ekibimiz var, gece gündüz çalişan. Amacimiz, Türkiye’deki sinema, televizyon ve geneliyle iletişim alanindaki genel kültürün yayginlaştirilmasi ve kalitesinin yükseltilmesidir. Buna göre, öncelikle festivaller düzenliyoruz. Bu konuda bir ayricaligimiz var, Türkiye’de ilk defa kendi türündeki festivalleri başlatan tek vakfiz”
Türsak Yönetim Kurulu Başkani Engin Yigitgil, düzenledikleri festivaller, çalışmalar ve Türkiye’deki sinema seyircisi hakkındaki çeşitli sorulara detaylarıyla şöyle yanıt veriyor:
Festivallere katılacak filmleri neye göre seçiyorsunuz?
“Dünyada iki tür festival vardır, birincisi tematik festivaller, ikincisi ise sanat festivalleri. Bizim düzenlediğimiz tematik festivaller, diğerine göre daha zor olan festivallerdir. Çünkü aynı zamanda onlar da sanat festivalleri, ancak birer temaları var. Türkiye’deki ilk tematik festivali 1997 yılında biz başlattık. Ve bu sene yedincisini gerçekleştirdik. Sinemanın görsel gücünü kullanarak toplumda o temayla ilgili bilinç yaratmak mümkündür. Örneğin, çevre filmleri festivaliyle bir çevre bilinci yaratabilirsiniz. Dünyadaki çevre filmlerinin çoğunluğu belgesellerden oluşur. Ancak bizim düzenlediğimiz festivalde sadece belgeseller değil uzun metraj filmler de yer aldı. İkinci tematik festivalimiz komedi üzerineydi. Bu festivalle, toplumdaki karamsarlığı bir nebze olsun azaltmak, insanlara neşe katmak istedik. Üçüncü festivalimiz sinema tarih buluşmasıydı. Ki bu, dünyadaki sayılı festivallerdendir, bugüne kadar; hoşgörüsüzlük, göçler, cumhuriyetin 75. Yılı, Osmanlının 700. Yılı konularını işledik Son festivalimiz de dinler arası dialogdu. Festivalimiz, 107 filmden oluşuyordu ve 8 ayrı salonda gösterildi. Bunlar arasında Levent Türsak önemli salonlarımızdandır. Bu seneki konumuz ise Anadolu ve Avrupa medeniyetleri buluşması. Bu da dünyanın sayılı beş festivalinden biridir. Bu arada düzenlediğimiz tüm festivaller uluslar arası etkinliklerdir.”
Başka ne gibi faaliyetlerde bulunuyorsunuz?
“Festivallerimizin haricinde, yayınlar hazırlıyoruz. Türkiye’deki, tek sinema yıllığını yayınlayan vakıfız. Bu sene onuncusu çıkacak. Yıllığımız, Türkçe ve İngilizce olarak, bütün senenin oynayan yabancı ve Türk filmlerinin bir sinopsisi şeklinde hazırlanıyor. Türsak vakfının en önemli uğraşısı sür git yani devam eden projeler yapabilmek. Yıllığımızın dışında başka yayınlarımız da var. Senaryo kitapları, atölyelerimizle ilgili panel kitapları gibi.”
İnteraktif çalışmalarınız var mı?
“Bu güne dek 2 binin üstünde öğrencimiz oldu. Kendi türünün en başarılı sinema seminerlerini yapıyoruz. Herkes katılabilir. Örneğin, doktorlar, kimyagerler, fizik mühendisleri, öğrenciler, kameramanlar… Katılım profilimiz çok değerli. Ama çıtamız hep yüksek oluyor.”
Peki bunca yapımın bütçesi nasıl oluşturuluyor?
“Bunları yapabilmek bir hayli zor. Çünkü burası bir sivil toplum örgütü. Bunun için bir finansmana ihtiyacımız var. Türkiye’de maalesef kültüre çok düşük bütçe ayrılıyor. Bu açıdan ülke olarak dünyada kültüre en az pay ayrılan bütçeye sahibiz. Biz kimi zaman, kültür bakanlığı başta olmak üzere devletten destek alıyoruz. Diğer taraftan özel sektör, yani sponsorlar bizi destekliyor. Son olarak da yerel yönetimler. Burada Beşiktaş Belediyesini özellikle belirtmek gerekiyor. Çünkü sayın Yusuf Namoğlu’nun bize inanılmaz bir desteği var. Levent’teki kültür merkezini, sinema yapılması için karşılıksız olarak bize verildi. Gönül istiyor ki diğer belediyeler de bunu örnek alıp, bu tip kültürel faaliyetleri desteklesinler.”
Sinema seyircisinin özelliği nedir?
“Sinemanın seyirci kitlesi çok farklıdır. Sinema, halka inen bir sanat dalıdır. Çok geniş kitlelere ulaşır. Daha da artması ve seyircinin sinemayı sahiplenmesi için büyük kavga veriyoruz. Beşiktaş Belediyesi’nin bize verdigi kültür merkezinde herkes sinemaya gitsin diye fiyatlari 4-5 milyonda tutuyoruz. Ayrica festivallerimizde fiyatlar yari yariya inebiliyor. Sinema seyircisi çok nazlı bir seyircidir kaybettiniz mi geri gelmesi 10 yıl sürer. Yazık ki şu anda Türkiye’de sinema seyircisi az ve azalıyor, çünkü ücretler yüksek.”
Levent Sinema
Türksak’ın özelliklerini anlatır mısınız?
“Levent Sinema Türsak’ın önemli bir özelliği, vizyonu takip ediyor olması. Ağırlıklı olarak Avrupa filmleri gösteriliyor ama iyi Amerikan filmlerini de seyretmek mümkün. Festivallerde, Türsak ile işbirligi yapiyor ve kapilarini Türsak’a açiyor. Üstelik ücret politikasi da son derece düşük, bu sebeple herkese açik. Ayrica özel günlerde sinema gösterimleri yapiliyor. Beşiktaşlilara, Istanbullulara ve tüm sinemaseverlere açik. Burasi bir butik sinema. Yurt dişinda bir çok örnegi olmasina ragmen Türkiye’de bu tip sinema tek.”
LEVENT KÜLTÜR MERKEZİ SİNEMA TÜRSAK
1999 yılında faaliyete başlayan Sinema Türsak, bugüne kadar pek çok uluslararası festivale ev sahipliği yaptı. Levent Türsak’ta gösterilen filmlerden yetmişi aşkini birinci vizyon olup, öncelikle çeşitli Avrupa film festivallerinde ödül almıştır. Sayıca diğer ülkelerden fazla olan Amerikan filmleri sadece Hollywood ürünü değil, ‘Indıen’ denilen bağımsız Amerikan sinemalarının yapıtlarından oluşmaktadır. Ayrıca, düzenli olarak her hafta sonu çocuk sineması gösterilmektedir.

Sertap coşturdu

Cumhuriyet’in 80. yıl kutlamaları nedeniyle düzenlenen etkinliklere Sertap Erener de katıldı. Sevtap Erener, gerek sahne performansı gerekse birbirinden güzel şarkılarıyla konseri izlemeye gelen onbinlerce kişiyi adeta mest etti. Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği Cumhuriyet yürüyüşünden sonra Dolmabahçe Meydanı’nda toplanan halk önce Anadolu Ateşi’nin şarkılarıyla, sonra da Sertap Erener’in şarkılarıyla coştu. Dolmabahçe Camii’nde kılınan teravih namazı nedeniyle 20 dakika geç başlayan Sertap Erener konserinden önce sahneye çıkan Erlangen Belediye Başkanı Siegfried Balleis ile Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu ellerindeki Türk bayraklarıyla vatandaşları selamladılar. Dolmabahçe Meydanı’nda toplanan kalabalık Sertap Erener’in şarkıları eşliğinde doyasıya eğlendi.

SAYFA 6

Alışveriş zamanı

Arena’dan yüzücülere müjde!
Arena yaz kış yüzmeye ara vermeyenlere özel bir koleksiyon hazırlamış. Hem profesyonel hem de amatörler için hazırlanan koleksiyonda her türlü havuz malzemesi yer alıyor. Mayo, bone, yüzücü gözlüğü, terlik, her türlü aksesuar… Örneğin, Powerskin model mayolar yüzde 15 daha az nem tutuyor. Hafif kumaşı dikey ve yatay olarak yüzde 100 esneklik özelliğine sahip.
Demi Lune Mayadrom’da
Fransa’da bir Türk’ün yarattığı çocuk markası olan Demi Lune, İstanbul Mayadrom Uptown Kid’s ve Kemer Country Arcadium’da mağaza açtı. 0- 12 yaş arası çocuklar için her türlü gece ve gündüz kıyafetleri bu mağazalardan edinilebilir. Örneğin, seremoni koleksiyonu, doğum ya da vaftiz günleri için tasarlanmış tamamen beyaz renkten oluşuyor. Safari ve serüven gruplarında ise günlük yaşama yönelik renkli kıyafetler var. Ayrıca Demi Lune’da gecelik ve sabahlık arayanlar unutulmamış.
Bil’s, sonbahar-kış koleksiyonunu hazırladı
İtalyan moda tasarımcısı Davide Terraneo’nun hazırladığı Bil’s 2003-2004 sonbahar kış koleksiyonu farklı çizgilerden oluşuyor. Rüya aleminden yola çıkarak, gizemli ve estetik çizgilerden oluşan koleksiyon ilgilenenleri bekliyor. 20 modelde 20 ayrı rüya tabiri tasarımlarda yer alıyor. Bil’s ilk defa olarak bu sezon baskılı gömleklere koleksiyonunda yer verdi.
Raymond Weil saatleri, kadınlara özel
Raymond Weil saatleri Parsifal kadın koleksiyonu gelişmeye devam ediyor. Katlanabilen çifte güvenlik butonuna sahip klipsli bilezikte ve kasasında tam 18 ayar altın ve çelik kullanılmış. Safir camla korunan açık pembe kadran, altın aplike Romen numaralarla ve saat 3’ün üzerindeki tarih penceresiyle tamamlanıyor. Fiyat: 2 bin 590 İsviçre Frangı olarak belirlenmiş.
Roman
Roman mağazaları bu sezon farklı modeller ve farklı renklerle bir çok kişiye hitap edecek. Tavşan kürkünden pembe mont 894 milyon, krem renkli uzun kaban 199 milyon 900 bin lira.
Panço
Panço’da çocuklar için çok fazla alternatif var. sarı kırmızı eşofman takım 60 milyon lira. Tek ödemelerde yüzde 2 MaxiPuan ya da üç taksitte ödeme ve yüzde 1 MaxiPuan avantajı var.
Loft-Colin’s
Bayan krem mont 89 milyon 500 bin, Loft Monicaseven kot 64 milyon 500 bin, triko kazak 49 milyon 500 bin, erkek Colin’s 88 İstanbul kot pantolon 74 milyon 500 bin. Tek ödemelerde yüzde 2 MaxiPuan var.

UÇAK yola indi!

Akrobasi için seçilen uçakları yakından görebilmek istiyorsanız, Metrocity’e yolunuzu çevirin. İstanbul Havacılık Kulübü ve Metrocity Alışveriş Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği Havacılık Günleri etkinlikleri ile merkez, 15 gün boyunca meraklılarını ağırlayacak.
Çeşitli uçakların yer aldığı Metrocity Alışveriş Merkezi’ndeki etkinliklerin amacı, genel havacılığı tanıtmak, sevdirmek ve bilgilendirmek. Hatta ziyaretçiler bu süre içerisinde pilotluk eğitimi ve mesleği hakkında bilgi sahibi olabilecekler. Rahmi Koç’un müzesinden 1 Pitts uçağının da sergilendiği Havacılık Günleri etkinlikleri, 11 Kasım’da sona bulacak.

Asfaltı kazıdılar

Toplam 14 yarıştan oluşan Dünya Ralli Şampiyonası’nda 13. yarış olan Katalonya Rallisi tamamı asfalt 22 özel etap üzerinden koşuldu. Dünya Ralli Şampiyonası’nın sondan bir önceki yarışı olan Katalonya Rallisi’ni asfalt kralı olarak tanınan Peugeot pilotu Gilles Panizzi kazandı. Son özel etaba kadar lider durumunda bulunan Sebastien Loep, Panizzi’nin atağına karşılık veremeyince ikinci oldu. Carlos Sainz ise bekleneni veremedi.

En genç otomobil

DaimlerChrysler, temelleri on yıl önce atılan Smart markasını 1998 yılında 9 Avrupa ülkesinde satışa sundu. 2004 yılında ise “For Four” adlı dört kapılı Smart’ların piyasaya sunulacağı açıklandı.

SAYFA 12

İstanbul’a vize engeli

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde gündeme getirdiği “büyükşehirlere girişte vize uygulanması” önerisini yeniden gündeme taşıdı. Erdoğan, büyükşehirlere giriş çıkışların ‘Nakil ilmühaberine’ bağlanması gerektiğini belirtti. Katıldığı bir iftar yemeğinde soruları yanıtlayan Başbakan Erdoğan, konuyla ilgili olarak İstanbul ve Ankara’nın vizyon şehirleri olması gerektiğini söyledi.
Erdoğan, kontrolün gerekliliğine değindi ve şunları söyledi:
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken İstanbul’a girişin nakil ilmühaberine bağlı olmasını ifade etmiştim. Bugün de aynı iddiadayım. Çünkü dünyanın gelişmiş ülkelerinde büyükşehirlere giriş çıkışların nasıl kontrol altında olduğunu görürsünüz.” Bu şehirlerde niçin oraya seyahat edildiğinin, iş için gidiliyorsa işin hazır olup olmadığının sorulduğunu kaydeden Erdoğan ” Ama İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e giriş çıkış kontrol altında değildir. Bundan dolayı da şu anda büyük şehirlerde ciddi sıkıntılar vardır. İstanbul yaşanır bir kent olmaktan çıkmıştır. Halbuki İstanbul’un Türkiye’deki bir vizyon olması gerekir. Ankara başkentimizdir, aynı durumda olması gerekir” dedi.
SPOR

SAYFA 10

İkisine de yaramadı

Sabri ve A.Hassan’ın birer şutlarının direkten döndüğü maçta, Beşiktaş ilk 5 dakikada 2 gollük fırsattan İbrahim ve Tümer’le yararlanamadı… İlk yarıda “Çanakkale Geçilmez” yapan G.Saray ikinci yarıda bu kabuktan sıyrıldı. 49. dakikada Frank De Boer, İlhan’ın önünden topu eliyle süpürdü. Hakem pozisyonu görmeyince Kartal’ın penaltısı güme gitti. 56.dakikada tribünlerde yakılan meşalelerden dolayı hakem İsmet Arzuman 3 nolu anonsu yaptırdı. Sisten oyun 5 dakika durdu. Maç yeniden başladığında eski açıkta yanan meşaleler nedeniyle oyun 4 dakika daha durakladı… Beşiktaş ve G.Saraylı taraftarlar birbirlerinin üzerine yanan meşaleleri atınca ortam gerildi. Sarı-Kırmızılı taraftarlar tribündeki parmaklıkları kırdıl. Ancak güvenlik güçleri seyircinin etrafını sararak onların sahaya girmesini ve olası olayları önledi.
Beşiktaş, Gaziantep’teki futbolu ve golleriyle ışıldamıştı… Galatasaray ise Samsun’u tek golle aşarken yürekleri ağızlara getirmişti… Lucescu’nun Kartal’ı uçuyor, Terim’in Aslan’ı ise bir türlü kükreyemiyordu..
Ezeli rekabet öncesi tahminler ve veriler Beşiktaş’ı kesin favori olarak gösteriyordu. Hatta daha da ileriye gidenler, maçı çok farklı şekilde Beşiktaş’ın kazanacağını iddia edenler de vardı. Uzun meslek yaşamımız bize derbilerin havasının başka olduğunu göstermiş, genellikle favori olanların hayal kırıklığı yarattığını görmüştük… Yine yanılmadık…
Futbolu az, heyecanı çok derbiden gol sesi çıkmadı. Baskılı görünen Beşiktaş, Galatasaray’a puan kaptırmanın ezikliğini yaşadı. Aslan ise kaptığı puanla günü idare etti.
Beşiktaş’ta Gaziantep maçının kadrosu aynen sahadaydı. Yani Zago, Sergen yine yedekteydi. Galatasaray’da Hasan Şaş kulübeye çekildi, Ergün orta sahaya sürüldü, Orhan Ak savunmanın solunda görev yaptı. Hakan Şükür’ün yanında ise Bratu yer aldı.
İlk yarıya gelince; “Çanakkale geçilmez” yapan bir Galatasaray, saldıran ama boş geçen bir Beşiktaş.. İlhan’la sürekli didişen bir Ayhan… Sonuçta ikisi de sarı kartı yedi, didişmeyi kesmedi. Ancak bu mücadeleden galip çıkan bize göre Ayhan oldu. Çünkü İlhan’ı sinirlendirip oyundan düşürdü, amacına ulaştı…
Oyunun başında 5 dakika içinde İbrahim ve Tümer biraz dikkatli olsa Kartal maçı koparacak golleri bulacaktı ama olmadı. 39’da İlhan, Tümer’e tam da “al da at” diyordu ama, Frank De Boer hızla araya girip tehlikeyi kornerle önledi. Uzatmada serbest atıştan Prates, Beşiktaş kalesini yokladı ama top üstten az farkla auta gitti.
Beşiktaş ikinci yarıda savunma güvenliğini daha ön planda tuttu. Galatasaray ise “Çanakkale geçilmez” görüntüsünü bir yana bırakıp daha atak oynamaya başladı.
49.dakikada Bülent-İlhan mücadelesinde top boşta kaldı, İlhan hamle ederken, Frank De Boer eliyle süpürüp tehlikeyi bertaraf etti. Mutlak penaltıyı hakem İsmet Arzuman çalmayınca tribünler de köpürdü, futbolcular da…
MEŞALE SAVAŞI
56.dakikada tribünlerde yakılan meşalelerin sahaya atılması nedeniyle hakem İsmet Arzuman 3 nolu anonsu yaptırdı. Yoğun duman nedeniyle görüş açısı sıfıra inince maç 5 dakika durdu. Oyun yeniden başladığında bu kez eski açıktaki tribünde yanan meşaleler nedeniyle oyun bu kez 4 dakika durakladı. Beşiktaş ve Galatasaraylı taraftarlar yanan meşaleleri birbirlerinin üzerine atmaya başlayınca gerginlik yaşandı. Sarı-Kırmızılı taraftarlar, tribün parmaklıklarını hep birlikte sallayıp kırdılar. Ancak güvenlik güçleri tribünü çembere alıp, taraftarları sakinleştirdi..
Bu arada Lucescu önce Ahmed Hassan’ı ardından Sinan’ı oyuna alıp forvetini üçe çıkardı. Son 20 dakikada ise heyecan doruğa ulaştı. 68 ve 69’da Ahmed Hassan’ın şutları tehlike yarattı. 71’de Galatasaray için şanssız bir andı. Sabri çaktı, top Beşiktaş kalesinin yan direğinden döndü. Uzatma dakikalarında ise bu defa Kartal şansına kahretti. Bülent’ten sıyrılan Ahmed Hassan’ın vuruşunda meşin yuvarlak yan direkte patladı. Sinan da Beşiktaş’ı bir golden edince maç başladığı gibi bitti: 0-0

Suçu seyirciye atmayın

Maç bitti, söz bitmedi. Herkes eteğindeki taşı döküyor, ama kendine yontarak… Bizde bir tespit yapalım. Katılır veya katılmazsınız.
Ancak maçı çığırından çıkaran bunlardı.
1- Fatih Terim’e atılanlar ve çirkin küfürler.
2- Galatasaraylıların meşaleleri yakması ve bunları BJK tribünlerine fırlatması.
3- Bülent ve Ayhan’ın maç içindeki agrasif tutumları.
4- İsmet Arzuman’ın kendisine el kol hareketi yapan Bülent’e sarı kart göstermemesi.
5- Daha ilk dakikalarda, hakemin Bülent’in ceza sahası içinde yaptığı faulü es geçip penaltı vermemesi
6- İlk dakikalarda Beşiktaş aleyhine üst üste verdiği fauller ve oyunu sık sık durdurması.
7- Hakemin Ayhan’ın İlhan’a vurduğu tekmeleri görmemesi ve tam tersi iş yaparak İlhan’a sarı kart göstermesi.
8- Maç bitimiyle Bülent’in Pancu’yu tehdit etmesi ve Beşiktaş’ın soyunma odasına girmesi.
9- Ayhan’ın koridorlarda küfür etmesi ve ardından tokadı yemesi.
10- Galatasaraylı onlarca kişinin stad içine ve soyunma odasına dolması ve tokad atanı dövmesi.
11- Fatih Terim ve futbolcuların Beşiktaş’lı yöneticilerin sarhoş olduğunu iddia etmesi.
İşte olayın başlangıcı ve alevlenmesiyle ilgili kısa bir özet. Yorum yapmaya gerek yok. Yazdığımız maddelere bakın, kim ne yapmış anlayın. Kimin günahı fazla, kararı siz verin.
Bize soracak olursanız, olayları çıkaran futbolcular ve onların başındakilerdir. Olaydan sonra yapılan açıklamalar ise, çok komik. Artık bu tür sözlere çocuklar bile kanmıyor. Onun için susun daha iyi. Daha sı gülünç duruma düşmeden konuyu tamamen kapatın. Ayrıca, suçu seyirciye de atmaya kalkmayın, sonra boş tribünlere oynarsınız. Ve bu seyirciyi çok ararsınız.
Bizden söylemesi.

SAYFA 9

Spor adamları karne veriyor

Gazete BEŞİKTAŞ, her maçın ardından soruyor. Spor adamları yanıtlıyor. Sonuçta maçın en iyi adamı ve en kötü adamı belirleniyor. Beşiktaş-Galatasaray derbisinde en iyi futbolcu Giunti, en kötü ise Kaan Dobra seçildi.

SAYFA 8

Yakışmıyor
SERANAD DEMİRHAN

Küfürle ilgili geçtiğimiz sayıda tribünlerin sesine kulak vermiştik. Şimdi de bir kadın olarak ünlü spor yazarı Gülengül Altınsay ve Beşiktaş’ın ateşli taraftar grubu Dişi Kartallar’ın basın sözcüsünün görüşlerini sunuyoruz.

Gülengül Altınsay
“Brezilyalı Rodrigues’e ait şöyle bir söz var ‘Her yerde yaşanan ulusal felaketler var. Örneğin Hiroşima. Bizim ulusal felaketimiz de 1950 yılında Uruguay karşısında aldığımız yenilgi’. Futbolun bir ülkede ne kadar önemli olduğunu hatta hayati olduğunu göstermesi açısından çok çarpıcı sözler bunlar. Futbol sadece Brezilya’da değil dünyanın pek çok ülkesinde hayatın vazgeçilmez bir parçası. Büyük, küçük, zengin, fakir, sanayileşmiş, sanayileşememiş ülke dinlemiyor futbol. Neden böyle? Sorusunu yanıtlamak istemiyorum burada. Zaten çok iyi yanıtlayabileceğimi de sanmıyorum. Burada esas tartışmak istediğim konu da bu denli sevdiğimiz futbolda stadyumları kasıp kavuran insanları bezdiren küfür…”
“Bir insan neden kavga eder, neden küfür eder? ‘Bir kimse ya da grup tarafından bir davayı savunmak, bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek ya da bir şeye karşı çıkmak için sürdürülen eylemler’ kavganın sözlük karşılığı. Tam da bir futbol taraftarının yapması gerekenleri açıklıyor sanki bu tanımlama. Taraftarı olduğu takımın başarısının kavgasını vermek. Ama hangi anlamda kavga? Tabii ki mecazi anlamda.
‘Aslında o küfürler, tümüyle, size tokat atan hayatadır.’
“Tuttuğu takımın başarılı olması en önemli şeydir bir taraftar için. Kendisini tümüyle takımıyla özleştirir taraftar. Takımının başarısı kendi başarısıdır, başarısızlığı da kendi başarısızlığı. Bir başka deyişle takımıyla birlikte yener, takımıyla birlikte yenilir. Hele de normal hayatlarında itilmiş kakılmış, istediklerini elde edememiş bir kesimden geliyorsanız, takımınızın başarı grafiği sizi çok daha fazla etkiler. İşte hep bu yüzdendir takımınız galip bile gelse hatta orada olmayan rakiplerinize ettiğiniz anlamsız küfürler. Aslında o küfürler tümüyle size tokat atan hayatadır.
Peki ne olacak? ‘Napalım insanların durumu bu. Yapılacak bir şey yok’ deyip stadyumları ve tabii ki futbolu küfre, kavgaya mı terk edeceğiz? İşte sorulması gereken asıl soru bu. Sorunun yanıtı hemen herkesçe aynı gibi gözüküyor ama nedense atılan hiç bir ciddi adım yok. Sanki toplumun büyük kesiminin birbirine saygılı, kavgasını seviyeli, dövüşsüz, küfürsüz veren aşamaya gelmesini bekliyor gibiyiz. O zaman boşuna bekliyoruz demektir. O günleri bizim yaşarken görmemiz olası değil çünkü. Toplumu kültürel değişimi öyle birkaç yılda olacak şey değil.
Bıçak kemiğe dayandı artık
“Küfrü, kavgayı kısa vadede önlemenin tek yolu var, o da alınacak idari tedbirler. İdari tedbirlerin başarısı ise futbolla ilgili tüm kesimlerin tek vücut olmasına bağlı. Siyasetçisi, yöneticisi, medyası, taraftarı ve futbolcusu kendi üstüne düşeni yapması gerek. Futbolcu taraftarı kışkırtmayacak, taraftar kurallara uyacak, medya rating uğruna kışkırtıcı yayın yapmayacak, yönetici seçim hesaplarıyla yanlışlara taviz vermeyecek ve siyasetçiler asıl görevleri olan memleketin bitmez tükenmez sorunlarına yönelecek ve futbolu kişisel amaçları için kullanmayacaklar. Bıçak kemiğe dayandı artık. Çok ciddi uyarılar var hepimize. Yine etliye sütlüye karışmama tavrına devam edersek eğer, korkarım futbolu da stadyumları da sadece ve sadece bir grup tatminsiz küfürbaza bırakacağız. ‘O zaman gelsin düşünürüz’ mantığı yine hakim olursa fakat söyleyeceğim bir tek şey kalıyor: Son pişmanlık para etmez.”

Dişi Kartallar Basın Sözcüsü Elvan Yılmaz
“Tribünlerde ‘Dişi Kartal’ olmadan önce de maçlara giderdik. Yanımızdaki taraftarlar bayan olmamızdan ötürü, küfür etmemeye özen gösterip, birbirlerini uyarırlardı. Geçen sezon Dişi Kartal olarak tribünde grup şeklinde yerimizi alınca, “90 dakika boyunca küfür yok, 90 dakika boyunca susmak yok” sloganıyla çıktık yola. Tribünde toplu küfürler edildiğinde düdüklerimizle tepkimizi sunuyoruz. Bizim bulunduğumuz eski açık tribün, en az küfür duyabileceğiniz yerdir. Zaten İnönü Stadı, kötü söz, küfür ve taşkın hareketlerin yoğun olmadığı, bayanların çok rahat maç izleyebileceği bir ortama sahip. Beşiktaşlılar ve özellikle aynı yerde maç izlediğimiz Asya Kartalları, gösterdikleri hassas yaklaşımla bu oto kontrolü sağlıyor. Bizler de grup olarak, artık düdüklerimizi pek fazla kullanmak zorunda kalmıyoruz. Bu konuda içimiz rahat ve sadece takımı destekliyor, susanları bağırtıyoruz. Böylece sloganımız tamamlanmış oluyor. Güven içinde, rahat ve huzurlu maç izlemek, takıma destek vermek bizim için en önemlisi.”

SAYFA 7

Fener fırsat tepti:1-1

İki pası doğru dürüst yapamazsan, ofsayta düşme rekoru kırarsan (12 kez), işte tüm takım savunma yapan Akçaabat Sebat önünde böyle rezil olursun… Beşiktaş’la arandaki puan farkını indirme, Galatasaray’la açma şansını da kaçırırsın… Aslında haftalardır futbol oynamıyordun.. Mücadele gücünle, hırsınla ve yıldızlarınla maç kazanıyordun. Ama bu defa sıçrayamadın ve lig sonuncusu A.Sebat’la, evsahibi takımın kalecisi Metin Aktaş’ın ikram ettiği topla berabere kalabildin: 1-1.
Koskoca maçtan goller dışında akılda kalan tek pozisyon Van Hooijdonk’un kaleci Metin Aktaş’ın omuzuna çarpıp kornere giden şutu oldu. Haa bir de hemen belirtelim; Birileri 200 milyon dolarlık bu takıma ofsayta düşmemeyi öğretmeli.
Fenerbahçe maça geçen haftadan farklı olarak Ümit’in yerine Selçuklu onbiriyle başladı. 10.dakikada Erman Özgür serbest vuruştan çaktı. Barajdaki Petkov’dan seken top kaleci Recep’i kontrpiyede bırakıp Fenerbahçe filelerine gitti: 1-0. 37.dakikada Petkov havalandırdı, Metin Aktaş elinden kaçırınca, Tuncay ligde attığı gol sayısını 10’a çıkardı.
İkinci yarıda ise Fener şuursuzca bastırdı, Akçaabat Sebat “Çanakkale geçilmez” yaptı. Ara sırada kontra-atakla tehlike yarattı. Sonuçta üç büyükler, İstanbulspor’u 2-0 yenen Trabzon ile Elazığ’a 3 çeken Malatya’ya çalıştı.